İlkokul anıları #2: Cadı Hatice'nin 541'deki imtihanı



İlkokul yıllarında Semahat denilen kaltak bizi bırakıp özel bir okulda öğretmen olmak üzere emekli olunca bir süre öğretmensiz kaldık. Garip ve badem bıyıklarını kel kafası ile kombine eden Sait gelmeden önce onun bunun sınıfında konuk öğrenci modundaydık.

İlkokula devam eden ve öğretmeniyle arasında öğrenci ilişkisinden öte duygusal bir bağ oluşturan herhangi bir öğrenci için yıkımdır aslında teneffüste tükürük savaşı yaptığı yada daha da öteye giderek birbirinin sınıfına çişini yapan 'karşı taraf' ile aynı sınıfı; hatta sırayı paylaşmak.

Bizim bağıran barakada toplam 3 tane sınıf vardı. 1A, 1B ve 1C sınıfları aynı alanda eğitim ve öğrenim görüyor teneffüslerde de gerek tükürük savaşı olsun, gerek su savaşı olsun sosyalleşiyorduk. Bazen de topluca kızlı-erkekli pandikleşmecilik oynuyorduk. Semahat gidip de yerine ondan bin beter Sait gelene kadar biz kâh deli görünümlü cadı olan Hatice'nin öğrencileri olduk, kâh 5. sınıfları okutan şuh Mualla'nın derslerine konuk olduk. Hani insan kendi evinden başka bir yere gidince ortamı yadırgar ya, biz de gerek Hatice'nin sınıfı olsun gerek Mualla'nın; kokusunu, ışığını, karıların ders anlatış tarzlarını yadırgadık durduk.

Yalnız Hatice tam bir cadıydı. 1.70'ten daha uzun olmayan boyu, eline yapışmış gibi 7/24 gezdirdiği ince ve uzun sopası ve fıldır fıldır garip gözleri ile ta o zamandan pek çok genç insanın haklı nefretini kazanmayı başarmış bir sürtüktü.

Bizim Cadı, emekli olduktan sonra kimine göre Ayaş Dağları'na kazdığı mağarasında büyü ve tılsım işine girmişti, kimine göre Peribacaları'na taşınarak oradaki yer altı şehrine inerek orada güneş görmeden yaşamaya devam ediyordu. İşin aslını ise bir tek ben biliyordum. Cadı Hatice, Eryaman 1. Etap'taki 2+1 evinde umutsuzca aldığı ahların acısını çekiyor ve ölümü bekliyordu. Bazen bayram namazı çıkışlarında kendisini görüp yolumu filan değiştiriyordum dedemle birlikte.

Geçtiğimiz haftanın son gününde (şefere günü; arife gününden bir önceki gün) 541 beklerken olanlar oldu. Körüklü otobüs geldi ve herkes gibi sıramı bekleyerek bindim. Karşılıklı oturulan koltuklarda iki yaşlı bunak vardı, kol kola girmişler, yerlerinden fırlayan gözleriyle etrafı seyrediyorlar; karanlıkta ne göreceklerini sanıyorlarsa. Bir baktım bu bizim Cadı Hatice.

Tanrı tarafından sınanan bir ibne olmalıyım ki son kalan boş koltuk kaotik bir çekim enerjisi gibi bunun karşısındaki koltuktu. Bir türlü kendimi dizginleyemediğim tanışma merakımdan karıya eğildim ve kendimi tanıttım, onu da nereden tanıdığımı söyledim. Denizde kaybettiği Kaşıkçı elması büyüklüğündeki taşını bulmuş gibi oldu karı. Pişman olmak ile olmamak arasında gidip geldim. Zaten ayağımdaki ince tabanlı ve sivri burunlu ruganlar sebebiyle burkulan bileklerim şişmiş, öteki tarafta ters gitmekten midem tutmuş, yetmezmiş gibi astigmatım azmış; kafam başım dönüyor... Bir tarafta bok var gibi Hatice ile sohbet etmeye çalışıyorum...

Benim okula nasıl geldiğini anlatıyor bana çok merak ediyormuşum gibi. Üniversiteden kalan alışkanlıkla bir dönem bir dersime girdiniz diyorum; halbuki o değil biz iteklenerek karının dersine sokulduk.Bana hiç vurdu mu bilmiyorum ama o ince ve uzun sopanın tadına bakmış olmamın ihtimali yüksek. Kadın zaten kendi ağzıyla söylüyor öğrenciler beni hiç sevmezdi, döverdim diye...

Acaba şimdi kendiyle bir iç hesaplaşma içinde mi? Elin bebesini niye dövdüm diye düşünüyor mudur içten içe. Yada döverek şişirdiği eller gece boğazını sıkıyor mudur? Farkında mıdır 'döverek' öğretmeye çalışmanın  bir çeşit nefretin dışa vurumu olduğunun?

Gerek var mıydı onlarca kişinin nefretini hak etmeye?

EK: Şimdi düşünüyorum da, ihtimal yok ama benim çocuğum olsa ve bir öğretmeni onu okulda dövse, benim de bundan haberim olsa, ben o karının / herifin götüne neyle dövdüyse benim çocuğumu; onu sokarım herhalde. Sinirlendim bak.

Ayh.
Migros'ta indiler gittiler işte. Karının derdi de beni gerdi.

Yorum Gönder

Copyright © xCoach. Designed by OddThemes