Zeliha'nın ağıdı

Anne tarafından dede ile hiç bir zaman yakın bir münasebetimin olmadığını her zaman açık yürekle ifade etmişimdir. Daima fakir edebiyatının yitik birer kahramanı olurlardı, basit talepler için bile 'varsa da yoktu' onlar için.

Dedemin ölmesinden bir gün önce annanemlerdeydik, bense dedemle vedalaşmadan evden çıkıp gittiydim arabaya. Belki bir tek bu içimde bir yara olarak kabul edilebilir ya, neyse.

Ertesi gün ağırlaştığı haberi geldi dedemin, oğullarından birisi (yani dayım) evdeydi ve o hastaneye kaldırdı. Sonra bize defalarca sırtımda taşıdım diye caka satsa da pek oralı olmadığımızdan bir süre sonra sustu. Babamın bir ara 'taşıyacan tabi oğlum, baban değil mi?' dediğini hatırlıyorum.

Sahip oldukları apartmanda yıllarca üç farklı kiracı ile birlikte oturdular. Belki de mahalle kültürü ile komşuluk ilişkilerine olan sevimli bakış açımın temel kaynağı bu durumdur. Neyse, bu kiracılardan birisi de ailecek kara kuru tenli Zeliha'lardı.

Anadolu'nun bağrından kopup Sincan'a gelen Zeliha ve kocasının meyveleri arasında Zeynep isimli güzelce bir kız, İsmail adında hırpani bir oğlan ve akranım olan ve adını hatırlamadığım bir velet daha vardı. Yok, galiba Mehmet'ti. Zeliha yöresel yemeklerini tüketmemiz için zaten ayda yılda bir gittiğim annanemlerden davet ederdi bizi, hiç unutmam ıspanak bulamacı gibi bişey koymuştu bir sefer önüme. O gün bu gündür mesafeliyimdir ıspanak yemeğine. Derken, bakımsızlıktan kırılan apartamın rutubetine dayanamayan Zeliha'lar, Zeynep'i 18'ine girdiği gibi  evlendirip İsmail'i de okutmak yerine oto tamirhanesinin birine çırak verme akıllığını gösterip başlarından atınca yapayalnız kalıp başka bir mahalleye taşındılar.

Tabii ki yeni evleri kaloriferliydi.

Dedem ansızın ölüp gidiverince (kaldı ki ben onun küçük oğlunu kapaklayan komşu kızından kurtulmak için kendini feda ettiğini düşünürüm hep) ne olduğunu bile anlamadan mahallenin dört camisinde de verilen selalarla eski - yeni komşular toplanmaya başladı.

Donuk gözlerle izliyordum olanı biteni. Siyah beyaz ama full HD detaylı bir anıdır benim için. Dedemin kardeşinin Tatar karısı ile abisinin kafayı daha önce bir kaç sefer yemiş tırt karısı filan gelmişti apar topar. Tırlatık olan zümrüt yeşili bir etek - ceket giymişti, yakasında gümüş renkli bir broş. Tatar olansa sürekli sigara içiyordu, sonra o sigara onun da canını alacaktı. Çığlık - kıyamet babannemler filan da getirildi apar topar. Erkekler bir tarafta eski günleri yad ediyor, kadınlar bir taraftan ağlaşıyor, annem hem ağlıyor hem de helva karıyordu. Kadına en çok dokunan şeyse herşeye rağmen yemek yemeye gelen insanların değersiz varlıklarıydı.

Bir süre suyun altından baktım olanlara daha sonra. Sanırım cenazeden sonraydı. Kız kardeşi yemek yapmıştı tepsilerle, onları getirmiştik arabayla. Mahalleden kadınlar da eski Yunan'daki parayla tutulan ağlayıcı kadın vasfıyla annanemin sinirlerini daha da zıplatıyordu. İkide bir kadının tansiyonunu ölçüp kendimi rahatlayordum sözde. Girenin çıkanın haddi hesabı olmadığından kapıyı sonuna kadar açık bırakmıştık ve işte Zeliha o andan kısa süre sonra hışımla içeri girdi.

Önce girip annanemi gözleriyle aradı, sonra yanına gidip elini öptü. Dedemin adını söyledi, annanem de 'bize kötü bir şaka yaptı' dedi. Ne kadar da ahmağız aslında, herşeyi kendimizi daha az üzecek şekilde yorumlamaya bayılıyoruz. Sonra dizlerinin arasına kapaklanarak hiç bir yapaylık yada gösterişi barındırmadan ağlayabildiği kadar ağladı, ağladılar. Ağladık.

Kurudu artık diye ucunu kapattığımız çeşmeleri bir kez daha Zeliha'nın ağıdı ile açtık. Bildiğim bir dilin dışında, kafiyeli, acı dolu, sitemsiz, isyan etmeden 'neden' diye sorgulayan.

Nedeni var mıydı kadın, işlevini yitiren bir beden ve ölmesinin yaşamasından daha 'hayırlı' olduğu gerçeğinin gün yüzüne çıktığı an.

O gün Zeliha'yı son defa gördüm.

Yorum Gönder

Copyright © xCoach. Designed by OddThemes