İmkansız daddy'nin odasına nasıl ve neden gittim; pişman mıyım? - Bölüm 4

Şehrin en tuhaf, en tapıları, en kendini bulası ve edilen rivayetlere göre en tapılası mekanındayım.

Bir kaç dakika boyunca etrafıma gözü henüz açılmamış bir gelinin gerdek gecesindeki ilk saniyelerindekine benzeyen tuhaf bir şaşkınlıkla bakıyorum. İki düzenli mermer odalarda bazı beyler çıplak yıkanıyor, bazısı üstünü üstünkörü örtmüş bir halde namusuyla su dökünüyor; su sanırım biraz sülfürlü ya da Lodos falan esiyor, hatta İstanbul'un neminden nasibini almış bile olabilir. Ya da gördüklerim karşısında öyle bir nutkum tutuldu ki, bütünüyle yazıyor ve saçmalıyorum. Hamam işte, hepsi nemli.

İçerisi bir hamam için yeterince bunaltıcı olmamış olacak ki, gözüm bir sürü adamın arka arkaya girdiği - ve uzunca bir süre çıkmadığı, tahtadan bir kapıyla ayrılmış bir bölmeye takılıyor; sanırım sauna kısmı o olmalı.

Ankara eşrafından bear dostum içi sınırsız genişletme büyüsüne maruz bıraklmış böyle bir odadan bahsetti miydi tam olarak hatırmalıyorum - çünkü içeri giren adamların ebatlarına bakacak olursan epey geniş bir yere ihtiyaç var gibi görünüyor, fakat artık ne ona erişimim var ne de şehrin herhangi bir yerindeki herhangi başka bir kişiye.

Anlayacağın kalabalık içinde bir başına kalmış bir Kraliçe'yim ve sikimi sokacağım deliği kendi el yordamımla kendim bulmalıyım. Yerimden kalkıyor ve tahta kapının ardındaki odanın yeterince kalabalık olmadığına kanaat getiriyor ve kapıyı aralayarak içeri adımımı atıyorum.

Ve o anda, Ankara'dan yükselen sesin orada kendini bulacaksın kızım dediğinde ne tür bir yaşanmışlıkla bunu bana telkin ettiğini ve kendimi bulma kavramıyla aslında kastettiğini kendi gözlerimle görüyor, kapı kapandığında yeryüzündeki cennete iniş yapıyorum.

Oldukça sert fakat yine de hoş bir iniş bu.

Üstüne şiirler yazılıp şarkılar söylenen kadim şehrin içindeki binlerce karanlık dehlizden yalnızca birine açılan bir günah çukurunun başında, bir elim belimde diğeri ağzımda öylece dikiliyorum.

Önümde karanlığın içinde adeta bir seks membası olanca berraklığıyle fışkırıyor. Doğrudan bildiğim ve anladığım şey ise şu; içerde dönen olay kesinlikle İzmir'deki herhangi bir senaryoya benzemiyor.

Bir adıma iki adım odanın içinde o kadar çok adam var ki; yalnızca beş ya da altı kişi oturuyor, iki kişi sırayla onların kucağında zıplıyor, birisi diğerinin önünde dizlerinin üstüne çökmüş şapır şupur sakso çekiyor, aralarında benim de olduğum - o an için, bir grup da onları izliyor.

Oturduğum yerden manzara oldukça farklı ve iştah kabartıcı. Orada olduğum için aslında hem suçlu hissediyorum, hem de haklı.

Gözlerim karanlığa alıştıkça, gözlerime her saniye daha fazla inanamıyorum. Ankara eşrafından bear dostum söylediklerinde haklı. Kendimi bulacağım yerin gerçekten de burası olduğuna inanıyorum ve hayretle büyüyen ve yerinden çıkmaya ramak kalan gözlerimi yerine yerleştirip anın tadını çıkarmaya başlıyorum. En kısa sürede İstanbul'a yeni bir bilet bulmalı ve bu kara cennete açılan kapıyı tekrar ziyaret etmeliyim.

Korktuğum şey ise, İzmir'de asla bulamayacağım bu ortamın gediklisi olmak ve yüz yıllardır, kendimi ilk fırsatta İstanbul'a atan tayfadan olmamaya daha fazla dayanamayacak olma ihtimalim. Dur bakalım, bir şekilde halledeceğiz.

Efsunlu kurnanın hemen yanındaki karanlık cennetime geri dönüyorum.

Yanımda oturan kel, göbekli ve beyaz kılları siyahlara ağır basmış adam önce sağ meme ucumu sıkıştırmaya başlıyor iki parmağıyla, sırtım dikleşiyor ve nefesim derinleşmeye başlıyor, daha sonra peştemalimin önünü profesyonel bir kıvraklıkla çözerek kalın parmaklı güçlü kollarını bacaklarımın arasında gezdiriyor, bacaklarımın içini sıkıp bırakıyor, dimdik olmuş aletimi sıvazlıyor, hemen altındaki mücevherimi sıkıştırıp bırakıyor. Tepki olarak yalnızca derin bir nefes alıp bırakıyorum. Ellenmenin bu türlüsüne hiç bir zaman ne hayır dedim ne de karşı koydum.

O elini teklifsizce bedenimde gezdirdikçe tedirginliğim yerini tuhaf bir hazza bırakıyor ve irkilip dikilmiş bir mirket gibi tetikte kalmak yerine olaya kendimi bırakıp tadını çıkarma isteğim daha ağır basıyor. On beş dakika kadar sonra, zevkten dikleşmiş aletim ve meme uçlarımla kendimi dışarı atıyor, serin bir yer bulmanın derdine düşüyorum ve yanıma selam vererek birisi oturuyor. 

Bilin bakalım bu buharların arasından çıkıp gelen kısa peştemalli prens kim?

Bir kaç dakika önce elleri teklifsizce bedenimde dolaşan ve dolaştığı yerde bir ateş kütlesi bırakan bay-kel-göbekli-ve-kıllı-daddy. Biz ona imkansız daddy diyelim bundan sonra.

Selamlaşıyoruz imkansız'la ve adam yanıma oturup peştemalinin önünü üsturuplu bir şekilde topluyor, ne kadar da beyefendi bir bey. Nereden gelip nereye gittiğimi konuşuyoruz, İzmir'den düştüm diyorum, gülüşüyoruz birlikte, bizim batakhane hamamları bu kadar değil artık diye ekliyorum İzmir'deki mekanların tuhaf bir tür gediklisiymişim gibi. Sohbet devam ediyor ve hayatımın akışına dair bir kaç yalan söylüyorum ona, fakat bir hikayenin peşindeyim kısmı doğru; oradan çıkıp Taksim'e doğru gideceğimi ve semtte görmem gereken yerlerin olduğunu ekliyorum. Öncesinde buraya geldiğimi ve buranın bir tür kendini bulma sunağı olduğunu duyduğumu söylüyorum.

Sonuçta Ankara'daki dostlarım beni benden daha iyi tanıyor ve iyiliğimi istiyor, biliyorum.

Gören de beni Amerika'dan kalkıp Pasifik üstünden doğrudan Uzak Doğu'ya inen bir süper jumbonun A1 business'ında oturan ve Shangri La çeşmesini arayıp bulmayı kafasında saplantılı bir hale getirmiş Bruce Wayne sanacak değil. Altı üstü yirmi yıldır sürüncemede kalmış bir hikayeyi bitirmeye gayret ediyorum, hepsi bu. Bu arada teknik olarak konu doğru, fakat detayları, kraliçeniz kendine saklamayı tercih ettiği üzere yanlış.

Oldu olacak bir de arabanın anahtarını vereyim oracıkta kız. Ne çok dram yaptın dürüstlük üzerine.

İmkansız, bir hamamın göbek taşında oturup yana yakıla, yüzlerce yıldır kimseyle konuşmuyormuşum gibi tüm detaylarıyla anlattığım bütün bu saçmalıkları büyük bir ilgiyle dinliyor, ya da dinliyormuş gibi yapıyor, emin değilim ve hikayenin yalnızca kendimi arayışımla ilgili kısmına odaklanıyor olmalı ki, beni odasına davet ediyor, onunla gitmek ister miyim diye soruyor.

Beklediğim teklifin yüzyıllardır o olduğunu çok belli etmemeye çalışıyorum, nihayetinde kendini ağırdan satmak konusunda deneyimli bir bireyim. Buna rağmen beş dakika sonra avlunun ortasındaki masanın etrafında bir kaç adam meraklı gözlerini kıllı bedenime dikmiş halde otururkeni İmkansız'ın odasına giriyorum ve kendimi yumuşak süngerle kaplı yatağın üzerine sırt üstü bırakıyorum ve hayatımdaki en ekstem hamam seksi macerama başlıyorum.

...

Aslında burada kesip kendi salyanla boğulmana neden olmak var da... Neyse, biraz anlatayım hadi.

...

İki adıma yarım adım tahta  ile çevrili odanın içinde çırılçıplak, sırt üstü ve kollarım başımın altında yatıyorum, İmkansız da belindeki peştemali sarmış ve kapının üstüne, benimkinin yanına asmış. Aleti ufak, pembe ve yukarı doğru eğik. Kapının hemen yanındaki askıda beyaz pamuklu klasik bir kilot asılı duruyor, daha çok yükseliyorum imkansız'a karşı. Kapının yanına astığı peştemal doğrudan dışarıdan görülebiliyor ve bu ayan beyan içerde iki kişi var demek. Aslında İzmir'in en ünlü batakhane hamamının dört köşe kurnalarının kapsına astığımızdan farksız; fakat yine de biraz da göz önünde ve davetkar. O anda birisi daha gelse ve katılacağım dese hayır diyemeyecek kadar azgınım.

Adam derin derin nefesler alıyor ve bir an meme uçlarımı dillediğini hissediyorum, arada ben AP, sen? diye soruyor - sanki o durumda, yani yatar halde bacaklarım adamın omuzlarında ve iki topumla zonk zonk zonklayan aletim ağzındayken bu sualin yanıtının bir önemi varmış gibi; aletimin başını büyük bir şapırtı çıkararak ağzında çıkarıp çenesindeki iki günlük gri sakallarına sürtüyor, önce biraz üfleyip diliyle daha önce hemen hemen hiç ellenmemiş en gizli yerlerimi keşfediyor, sonra uzaklaşarak işaret ve orta parmağıyla masaj yaparken kendimi tutmam konusunda beni telkin etmek için kulağıma fısıldıyor...

Ve ılık ılık avucunun içine boşalırken benimle geleceğini hiç tahmin etmezdim diyor. İnsanların benimle tanışmaktan çekindiğini ve daha uzlaşmacı bir tavrımın olması gerektiğini bir kaç hafta sonra İzmir'de gittiğim bir falcı yüzüme yüzüme söylüyor...

Durmadan gördüğüm rüyaların birinde miyim yoksa benim kalemimden biri için, bir tür dream-daddy sınıfında sayılan bir adamla, şehrin tam ortasındaki ücra bir efsunlu kurnanın hemen yanı başında gerçek bir orgazmın ortasındayım karasızım ve bir anlığına gerçekten bunun ayırdına varamıyorum.

Teknik olarak olan biten her şeyin farkındayım fakat hiç bir şeyin ayırdında da değilim. Hatırladığım tek şey ikincisini yutmamı ister misin oluyor; hayır diyor başımı iki yana sallıyorum fakat yine de tam olarak nereden çıktığına emin olamadığım ikinci orgazmımı yaşarken gözlerimin içine bakıp gülümsüyor.

Ve ben hala neden erkeklerin gözlerinde şefkat aradığımı düşünerek bacaklarım iki yana ayrık bir halde kahverengi sünger yatağın üzerine kendimi bırakıp ellerimi gözlerimle kapatıyorum.

Buraya harika bir ağlama krizi lazımdı aslında. Şöyle iki gözüm iki çeşme... İstanbul'un bütün ortamlarında anlatıla anlatıla efsaneye dönüşecek türden bir saçmalık...

Size bir önceki bölümde Slav ırkından bazı hoş beylerle bakışmalarımdan bahsetmiştim, bir sonraki bölümde ise size karanlık cenneti nasıl ışığımızla aydınlatacağımızdan bahsedeyim bari...

---

Bu hikayenin bölümleri

  1. Neredeyse çeyrek yüz yıl sonra Beariye ile Suadiye
  2. "Yaşlandın orospu!" diye çığlık atıp aynaya viski bardağı fırlattığını hayal etmek
  3. Utancımı küçük bir dolabın içine bırakmak ve efsunlu kurnada iş başı yapmak
  4. İmkansız daddy'nin odasına nasıl ve neden gittim; pişman mıyım?

Yorum Gönder

0 Yorumlar