Kraliçe Sırdaşları da ağlar
Ağustos 06, 2010
Adsız
Bir kraliçe, başını her daim dik tutmalı, gözyaşlarını içine akıtmalı, kan kusup kızılcık şerbeti içtiydim; ondan oldu diyebilen kişidir. En özelinden geneline kadar ortalığa dökülen ve Ariel labaratuvarları tarafından yapılan analizler sonucunda çeşitli kirlilik sınıflarına ayrılabilen kirli çamaşırlarını okuyan sırdaşlarının ise önlerindeki alınası en iyi model yine Kraliçe'dir ve aslında alınacak başka örnek zaten yoktur(Ne yani, binbir iş çeviren nedimeleri veya bir anda sırtını dönüveren Lord'ları mı örneklemeliyim?).
Kraliçeler (hem gerçek olanları, hem de kitaplarda yaşayanları) dikkatli bakıldığında insanların üzerinde bir hayli fazla geliştirici ve karakteristik etki yapabilmektedir; tecrübeyle sabitlenmiştir. Diğer insanlarla ilişkiler, günlük yaşamdaki küçük ayrıntıların büyük sonuçları, hayatın kısa yolları, uzun yolların kısaltan cazibesi gibi...
...
Sanki çok sevdiğim birisi ölmüş ve arkasından yasını tutuyormuşum gibiyim bugün. Gece de pek güzel uyudum aslında. Herşey bir yana hazırım ben bu güne; en azından hazır olmalıydım. 2 sene mi oldu ne biz ayrılalı. Üzerinden çok zaman geçti ama ben hala kendimi çok iyi hissedemiyorum. Hala aşık mıyım neyim lan ben? Bir kraliçe sırdaşı köpek gibi aşık olsa da aşkını belli etmemelidir. Sonuçta önümde örneğim Kraliçe. Kadın hislerini hiç belli ediyor mu? Hele bir erkek olarak benim hiç belli etmemem gerekiyor. O halde sabahın onbirinden bu yana gözlerim neden ıslak benim? Toz kaçtı, ondandır (bok!).
Evet. Bir sürpriz değil bu. Tıpkı Mersin'den ayrıldığım gün çekeceğim acılar gibi, hissetmeyi istediğim hisler gibi bugün için de gözlerimden yuvarlayacağım gözyaşlarını hazırlanmıştım yaklaşık iki sene öncesinden. Bu kadar canımın yanacağını, hatta iş yerinde bile bu kadar kötü hissedeceğimi hiç düşünmemiştim ama. İçim acıyo benim ya.
Öğlen saatlerinde görüştük telefonla. Dayanamadım sesini duyunca. İyice düşmüş, alt perdeden konuşuyordu. Dalga geçer gibi ne haber damat dedim; mutsuz mutsuz bişeyler söyledi. Gözlerim doldu. Bir zamanlar benim olan adam beni bırakmıştı hatta üzerine başka birisinin olmuştu bile. Tanrı Kraliçe'yi korusun ki başka bir erkeğe gitseydi ikisini de vurabilirdim.
Kezbahn karısını yolmak istiyorum huzurlarınızda, nasıl doluyum; ağlayacak omuz arıyorum, kadın telefonu açmıyor. Ginger'i arayayım dedim; onun da doğum günü. Çok üzmek istemedim saçma-salak karşılıksız aşk hikayelerimle onu bugün. Sonunda yine Dorothy'5'e kaldım.
D'5'in bu yönünü çok seviyorum. Çok güzel gevşetiyor adamı. Çok gerçekçi. Ben ağlama, yapma, etme, kendine gel sözcüklerini beklerken o ağla tabii diyor. Saçmalamasana, nerde ağlayayım? Adana'nın arka mahallelerinden kalkıp gelmiş kılıklı kızların önünde ağlamam beklenmesin. O kadar da uzun boylu değil.
Kendini rahatsız hissetmek, diken üzerinde oturmak, iç huzuru yakalayamamak, hızlı trenin altına saatte yüz küsür kilometre hızlı koşan atların çektiği Kraliçe'nin Kutsal Faytonu'nundan Kraliçe'yi kurtarabilecek olup da kurtarmaya teşebbüs etmenin verdiği tereddütün dışa yansıması bu olsa gerek.
Merak ettiğim diğer bir konu gözümün yaşının ne zaman kuruyacağı. Ya da kuruyabilecek mi; hatta neden terk edilmediği halde bir şekilde o yönde kendisini biçimlendiren bir erkek bu kadar çok aşk acısı çekiyor? Kendine gel lan!
Herşeyi silmem gerekiyor. Çoğu şeyi de sil baştan yaşamak. Tek sorun şu ki yaşadığım herşeyi; sevgimi, saygımı, döktüğüm gözyaşlarımı filan hep benim silmem gerekiyor. Olayın farklı yönünde ne var ne yok bilmiyorum.
Bana şimdi her şarkı dokunuyor. Her şarkıda haddim olmadığı halde onu ve kendimi buluyorum. İşte değerini bilmediğimiz zamanların çok acı bir intikamı.
0 Yorumlar