Gecekonduda oturduğumuz süre zarfı içinde emekli olmasına rağmen hala babamın da çalıştığı yerde dedemi tanımayan yoktu. Zaten çalıştıkları zamanın 'êlit' zümresi içinde birbirini tanımak en temel adetlerden birisiydi, bakmayın şimdi komşuluk ilişkilerimizin öldüğüne.
Dedem bizim oturduğumuz gecekonduyu yaptıktan kısa bir süre sonra iş yerindeki hangi birinde çalıştığını halen bilmediğim bir adam da gelip dedemlerin evinin karşısına gecekondusunu dikivermiş.
Dikivermiş de ne iyi edivermiş. Bilmem hangi köyden büyük olaylarla getirtilen kadından da iki tane hayırlı evladı olunca bu sefer yatırıma girişmiş.
Kendimi bildim bileli, en azından o gecekonduda oturduğumuz süre zarfı içinde, bizim bu Emine'nin kolları bilekten dirseğe Trabzon işi mi desem, Mersin burması mı desem (bu arada 8 sene filan yaşadım Mersin'de, burması nasıl olur, onu bilmem. Kerebiç deseniz onu çok iyi bilirim ama) bileziklerle dolu olurdu. O devirde bile bu tarz bir konsept ile mahalle arasında kadınlara caka satmak yeterince akıl karı olmayan bir iş olduğu için kadının tarafımdan bilinen adı Deli Emine olarak kalmıştı.
Bu kolları bileziklerle dolu Deli-deli kulakları küpeli Emine'gil sanki çok matah birşeymiş gibi Ankara çayının yanına konuşlandırılmış olan tek katlı ve çoğunlukla bok kokusunun hakim olduğu lojmana çıktıklarında iyice olayı azıtmışlar. Emine'nin doğurduğu birbirinden hayırlı iki evlattan birisi babasının torpili ile şirkete bağlı bankaların birise girerken küçük olan da ne hikmetse işletme mezunu olduğu halde belediyeye bağlı bir komplekste antrenörlük yapmaya başlamış.
Deli Emine'gil her bayram babannemleri ziyarete gelirler. Emine'nin kollarında mutlaka bir kaç kilo altın olur, kocası da bizim tekavütlete son model telefonunu göstere göstere bir hal olurdu. Bu süre zarfında halamın veya babannemin bin bir zahmet ile açtığı ev baklavasına kaynağı belli olmayan yağ ve un yaptığı Konya işi, şerbet diye döktüğü bildiğin şekerli su ile tatlandırdığı 3. sınıf baklava daha lezzetliymişçesine burun çevrilir, adı sanı duyulmamış markalardan temin edilmiş ve safi demden ibaret olan, paslı bir çaydanlıkta pişmiş katran daha lezzetliymiş gibi sahte bir imaj çizilerek tükettikleri çay daha lezzetliymiş de babannemin temizlik timsali mutfağında tertemiz demliklerde pişen Çaykur çayı kötüymüşçesine ya açık koyulmuş ya koyu muamelesi çekilerek; çayın ikinci bardağı mutlaka reddedilirdi.
Gel zaman git zaman, Deli Emine'lerle bayağıdır karşılaşmıyorduk. Bayramın 2.günü babannemelere uğradığımızda karşılaştık. Kata çıktığım anda burnuma gelen yanık kösele ve giyilmekten paralanmış ucuz naylon çorap kokusundan Emine'lerin geldiğini anladım. Ü'leri U'ya çeviren garip şivesi ile ismini söylerken ben kendisini yaşlı hissetsin diye 130 kg bünyem ile eline sarıldım ama karı arsız; büyük bir profesyonellikle karşıladı. Kocası desen yine öyle; göbeğini büyütmüş ve aynı zamanda yeni aldığı cep telefonu ile oynuyor. Kafasına kese kağıdı geçirsem bile tutacak gibi değil.
Emine'nin ayağında oluşan ve ne olduğu hala merak etmediğim ama gecekondu zamanlarından kalma pislik içinde temizlik hastalığından kalma olduğunu tahmin ettiğim bir hastalık sebebiyle kocası ona oturdukları mahallenin yeni inşaa edilen dairelerinden birisini daha alıvermiş, ballandıra ballandıra anlatıyor şöyle de böyle de diye. E malum muhitte asansör yok. Aaa! Asansörünüz yok mu! diye ezikledim Emine'yi. Oh! Bilmiyor ki o çevredeki bir emlakçının IT'si iken oranın bütün detayları elimden geçti. Evler beş para etmiyor. Gecekondu zamanında günde 3 sefer filan süpürge takardı bu hasta, yetmez bir de çalı süpürgesi ile süpürürdü, çoluğu çocuğu bezdirirdi canından. Bu Emine'ler de işi bilmiyor canım, O Karun'un hazinesi bende olacak ki... Ah ... Şimdi diyor, şirketin olduğu yere daha çok yaklaştık; dudaklarımı okuyabileceği biçimde 'bok var di mi orda' dedim. O da gördü. Oh. Yiye yiye bitiremediler koskoca şirketi. Hala etrafında konuşlanıp duruyorlar utanmadan. Bak gör, iki seneye kalmaz iki tane daha ev alırlar o muhitten.
Unutmadığı birşey de, annem işe giderken beni Deli Emine'ye emanet edermiş. Fil hafızam ile o günlerin her detayını hatırlayan ben Deli Emine'nin bakıcılık anlarına dair herşeyi Shift+Delete etmişim. Yok oğluyla bir tabanca için kavga etmişim de yok bahçelerinde kiraz varmış da... Bir kere benim onun oğluyla ortak hiç tabancam olmadı. Ayrıca onların bahçesindeki kirazlar beyaz bizimki kırmızıydı, hep pek değerli oldu kirazları ayrıca.
Kıssadan hisse, Deli Emine bir döndü pir döndü. Bakalım iade-i ziyaret'te başımıza neler gelecek...
Yok yok, siz bu yazdıklarımı unutun, ben pek severim Emine teyzemgili.
Dedem bizim oturduğumuz gecekonduyu yaptıktan kısa bir süre sonra iş yerindeki hangi birinde çalıştığını halen bilmediğim bir adam da gelip dedemlerin evinin karşısına gecekondusunu dikivermiş.
Dikivermiş de ne iyi edivermiş. Bilmem hangi köyden büyük olaylarla getirtilen kadından da iki tane hayırlı evladı olunca bu sefer yatırıma girişmiş.
Kendimi bildim bileli, en azından o gecekonduda oturduğumuz süre zarfı içinde, bizim bu Emine'nin kolları bilekten dirseğe Trabzon işi mi desem, Mersin burması mı desem (bu arada 8 sene filan yaşadım Mersin'de, burması nasıl olur, onu bilmem. Kerebiç deseniz onu çok iyi bilirim ama) bileziklerle dolu olurdu. O devirde bile bu tarz bir konsept ile mahalle arasında kadınlara caka satmak yeterince akıl karı olmayan bir iş olduğu için kadının tarafımdan bilinen adı Deli Emine olarak kalmıştı.
Bu kolları bileziklerle dolu Deli-deli kulakları küpeli Emine'gil sanki çok matah birşeymiş gibi Ankara çayının yanına konuşlandırılmış olan tek katlı ve çoğunlukla bok kokusunun hakim olduğu lojmana çıktıklarında iyice olayı azıtmışlar. Emine'nin doğurduğu birbirinden hayırlı iki evlattan birisi babasının torpili ile şirkete bağlı bankaların birise girerken küçük olan da ne hikmetse işletme mezunu olduğu halde belediyeye bağlı bir komplekste antrenörlük yapmaya başlamış.
Deli Emine'gil her bayram babannemleri ziyarete gelirler. Emine'nin kollarında mutlaka bir kaç kilo altın olur, kocası da bizim tekavütlete son model telefonunu göstere göstere bir hal olurdu. Bu süre zarfında halamın veya babannemin bin bir zahmet ile açtığı ev baklavasına kaynağı belli olmayan yağ ve un yaptığı Konya işi, şerbet diye döktüğü bildiğin şekerli su ile tatlandırdığı 3. sınıf baklava daha lezzetliymişçesine burun çevrilir, adı sanı duyulmamış markalardan temin edilmiş ve safi demden ibaret olan, paslı bir çaydanlıkta pişmiş katran daha lezzetliymiş gibi sahte bir imaj çizilerek tükettikleri çay daha lezzetliymiş de babannemin temizlik timsali mutfağında tertemiz demliklerde pişen Çaykur çayı kötüymüşçesine ya açık koyulmuş ya koyu muamelesi çekilerek; çayın ikinci bardağı mutlaka reddedilirdi.
Gel zaman git zaman, Deli Emine'lerle bayağıdır karşılaşmıyorduk. Bayramın 2.günü babannemelere uğradığımızda karşılaştık. Kata çıktığım anda burnuma gelen yanık kösele ve giyilmekten paralanmış ucuz naylon çorap kokusundan Emine'lerin geldiğini anladım. Ü'leri U'ya çeviren garip şivesi ile ismini söylerken ben kendisini yaşlı hissetsin diye 130 kg bünyem ile eline sarıldım ama karı arsız; büyük bir profesyonellikle karşıladı. Kocası desen yine öyle; göbeğini büyütmüş ve aynı zamanda yeni aldığı cep telefonu ile oynuyor. Kafasına kese kağıdı geçirsem bile tutacak gibi değil.
Emine'nin ayağında oluşan ve ne olduğu hala merak etmediğim ama gecekondu zamanlarından kalma pislik içinde temizlik hastalığından kalma olduğunu tahmin ettiğim bir hastalık sebebiyle kocası ona oturdukları mahallenin yeni inşaa edilen dairelerinden birisini daha alıvermiş, ballandıra ballandıra anlatıyor şöyle de böyle de diye. E malum muhitte asansör yok. Aaa! Asansörünüz yok mu! diye ezikledim Emine'yi. Oh! Bilmiyor ki o çevredeki bir emlakçının IT'si iken oranın bütün detayları elimden geçti. Evler beş para etmiyor. Gecekondu zamanında günde 3 sefer filan süpürge takardı bu hasta, yetmez bir de çalı süpürgesi ile süpürürdü, çoluğu çocuğu bezdirirdi canından. Bu Emine'ler de işi bilmiyor canım, O Karun'un hazinesi bende olacak ki... Ah ... Şimdi diyor, şirketin olduğu yere daha çok yaklaştık; dudaklarımı okuyabileceği biçimde 'bok var di mi orda' dedim. O da gördü. Oh. Yiye yiye bitiremediler koskoca şirketi. Hala etrafında konuşlanıp duruyorlar utanmadan. Bak gör, iki seneye kalmaz iki tane daha ev alırlar o muhitten.
Unutmadığı birşey de, annem işe giderken beni Deli Emine'ye emanet edermiş. Fil hafızam ile o günlerin her detayını hatırlayan ben Deli Emine'nin bakıcılık anlarına dair herşeyi Shift+Delete etmişim. Yok oğluyla bir tabanca için kavga etmişim de yok bahçelerinde kiraz varmış da... Bir kere benim onun oğluyla ortak hiç tabancam olmadı. Ayrıca onların bahçesindeki kirazlar beyaz bizimki kırmızıydı, hep pek değerli oldu kirazları ayrıca.
Kıssadan hisse, Deli Emine bir döndü pir döndü. Bakalım iade-i ziyaret'te başımıza neler gelecek...
Yok yok, siz bu yazdıklarımı unutun, ben pek severim Emine teyzemgili.
0 Yorumlar