Pek çok arkadaşımız vardı, şimdilerde neredeyse hiç birisiyle görüşmesek de o zamanlar onlar uzaktaki ailelerimizin yerine koyabilme lüksüne erişmiş birer ahmaktan öte birşey değillerdi aslında. Yolda görseniz bir kez daha bakmayacağınız, normalda yurttaki banyoda yıkanırken içeride oturmasından son derece rahatsız olacağınız hatta pisliği sebebiyle asla ve asla bir arada yaşamayacağınız insanlardı bunlar...
En yakın iki arkadaşımın çıkmaya başlamalarını öğrenmem yeterince gereksiz ve bir o kadar da yıkıcı bir gerçekti, tamam, oğlana biraz bir şeyler beslemiş olabilirdim ama o fahişeyi de asla hak etmediğine emindim. O benim sıra arkadaşımdı!
O fahişe, sıra arkadaşım ve ben Mersin'in ünlü Pozcu Koop. dolmuşu ile çarşıya inerken bir bahar günü, fahişe ile aynı bölümde olan ve bizden bir üst sınıfta okuyan Şeyda'da aynı dolmuşta bizimle seyahat etmekteydi. Şeyda, Adana'nın yetiştirip yetiştirebileceği en görgüsüz, avam ve sonradan görme kızlarından biriydi. Kocaman sahte altın rengi küpeler takar, Karun'un Hazinesi'nden araklanmış gibi görünen mat altın görünümlü bileklikler takar, her birisi Kraliçe 2. Elizabeth'in sarayındaki kristal boncuklarla süslü avizelerle yarışan ucuz ve plastik küpeler takardı.
O senenin modası ise su dalgası denilen bir saç modeliydi. Önce saçlar sabahki derse göre en az iki saat önceden Platin Mağazası'ndan edinilmiş 3. kalite saç köpüğü ile ıslatılır sonra elektrikli bir maşa tarafından yada Çetinkaya'da neredeyse bedavaya dağıtılan ve almayanın bir kamyon sopa yediği; her kızın dolabında muhakkak bir tane bulunması zorunlu olan saç pastalarından geçirilirdi. Üstüne üstük, neredeyse 1 saate yakın zaman ayrılan bu etkinliğin ardından bu birbirinden iğrenç saç biçimleri sanki uykundan öylece kalkılıp gelinmiş gibi doğal bir hale sokulmaya çalışılırdı. Saçına sürdüğü pazar malı jöleler sebebiyle yada saçlarını lımlık ıslattığı için 220 volt şehir ceryanı ile gıdıklanmışlığı da vardır Şeyda'nın; tüm yurdun elektriklerini ana sigortayı patlatmak suretiyle kesmişliğini ise hiç saymıyorum. Galiba bir süre perukla gezmişti...
Neyse. Dolmuşa geri dönelim. Ben, fahişe ve sıra arkadaşım aynı dolmuşta seyahat ediyorduk.
Mersin'de Adese Mağazası vardı, ilk çok katlı alışveriş merkezi; ve tabii tek. Dolmuş içindeki yaklaşık 40 kişiyle Adese'nin önüne geldiğinde bir miktar öğrenci inip kendisini ferah damına attılar, geriye kalan boşluklar da yeni binen insanlar tarafından dolduruldu.
Mersin'de yaşayanlar bilir; dolmuşlarda kapının karşısında beşli bir koltuk yanlamasına durur, o koltuğun yanında da ikili koltuk yola dik konur. İşte Şeyda bu ikili koltuğun koridor tarafında oturuyordu. Yanlamasına olan koltuğun Şeyda'ya yakın olan tarafına şehrin yerlisi olduğu belli olan bir adam oturdu şalvarıyla filan. Elinde de bir klozet taşı.
Benim kafa anında çalışmaya başladı. Yanımdaki fahişeyi dürterek;
şimdi dedim, Şeyda'nın önündeki şalvarlı adam Şeyda'nın gözleri önünde şalvarını indirip klozete oturuyormuş; Şeyda'nın gözleri yerlerinden fırlarken rahatlayıp öylece kalkıp taşı da yanında götürürken şeydanın ayakkabılarında sadece adamın çişinin izleri kalıyormuş...'
Orospu bir kahkaha attı dolmuşun içinde; herkes dönüp bize baktı. Ne yapsak kızı susturamıyoruz. Çantalardan sular mı çıkartmadık başından aşağı dökmek üzere; bileklerini kolonyalarla mı ovmadık; cimcik atıp tokat mı çarpmadık. Sonunda bizi dolmuştan apar topar indirdiler.
Şehirdeki toplu taşıma araçlarındaki ilk rezilliğimi de böylece yapmış oldum.
Eve gittim geldim ve resmen altıma ettim!
YanıtlaSilÇok yaşa sen bebeYim!
bi de sen orda olcaktın ki...
YanıtlaSil:) ben orada olsam olmamışım iyiki:d
YanıtlaSil