Uzun yıllar boyunca Avrupa'da filan merakla ilgiyle takip ettiğimiz 'sokak müzisyenliği'nin Türkçe yorumu sonunda Ankara'da da kendisini gösterdi.
Artık eline bir akordeon geçiren ve yanına da akça-pakça, mavi gözlü / sarı saçlı bir bebeğin işgal ettiği sevimli bir puseti alan 'Roman' görünümlü 'sokak çalgıcıları', Ankara'nın pek çok önemli lokasyonundaki prestijli caddelerin neredeyse her bir köşesini işgal etmiş vaziyetteler. Tunalı Hilmi'den aşağı sallanın, Bestekâr'dan dönün ve neredeyse Sakarya caddesinin aşağısına kadar pek çoğu ile burun buruna gelmeniz mümkün.
Olayın farklı bir boyutunu irdelemek istiyorum aslında.
Ankara zabıtası, yıllarca seyyar satıcıların önünü kesmek için onlara yapmadığı eziyeti bırakmadı. Mallarını ve tezgahlarını filan yağmaladı arsızca. Onları gidip şehrin bir köşesine atıp parçaladı, yaktı, yıktı. İnanılmaz güzellikte ve canlılıkta olan Karanfil sokağın gece halini bir viraneye çevirdi. Seyyar satıcıları, bir şekilde usulüne uygun şekilde kayıt altına alıp vergilendirmeye çalışmak yerine onları görmezden gelip sürekli 'çalışarak' para kazanmalarını engelledi.
Peki ya dilenciler?
Ankara'nın merkezindeki neredeyse bütün üst geçitleri işgal eden, insanları sömüren, verdiğimiz parayı beğenmeyen; beğenmediği gibi arkamızdan bedduadan küfüre kadar pek çok lafı sıralayan bu tacirlere ne yaptılar?
Elbette ki nothing.
Yağmurlu bir günde 'üşümesin kadın daha fazla' diye düşünüp de elindeki mendile 'ne kadar' diye sorup 'ne verirsen' yanıtını aldığım kadına verdiğim 50 kuruşu kaç sefer geri aldığımı biliyorum ben. Neymiş efendim 1 liraymış. Götümü ye sen benim kaltak. Don yağmurun altında, hatta buz tut, öl filan.
Bir seferinde de Karanfil metro girişindeki bir kızdan 10'lu pakette selpak mendil almıştı kolilerimden birisi yanında ben varken. Kar yağarken kıza 'al bunu evine git' dediğinde tamam amca diye yanıt verip arkasından bir tane daha 10'lu paket çıkarmıştı. Yalan, dolan, sömürü, din ve inanç tacirliği... Hepsi var.
Hiç unutmadığım şey ise,aynı yerdeki bir dilencinin Nokia'nın 5210 modeli yeni çıkmış olduğu halde onu cebinden çıkarmasıydı. İntihara sürüklenme ihtimali ile yaşadım bir süre.
Son derece sarkastik biçimde ve inanılmaz bir hızda üreyen bu yeni nesil dilencilerin akabinde Ankara'nın ne ile karşılaşacağını büyük bir merakla izliyorum. Sokakta aç bırakılan kadınlar, sütsüzlükten kırılma aşamasında olan baygın bebekler yada göz boyamak için ellerine kitap defter verilip metro merdivenlerine salınan küçük çocuklardan daha beter ne olabilir diye düşünmeden de edemiyorum bir yandan.
Daha ne olabilir?
Artık eline bir akordeon geçiren ve yanına da akça-pakça, mavi gözlü / sarı saçlı bir bebeğin işgal ettiği sevimli bir puseti alan 'Roman' görünümlü 'sokak çalgıcıları', Ankara'nın pek çok önemli lokasyonundaki prestijli caddelerin neredeyse her bir köşesini işgal etmiş vaziyetteler. Tunalı Hilmi'den aşağı sallanın, Bestekâr'dan dönün ve neredeyse Sakarya caddesinin aşağısına kadar pek çoğu ile burun buruna gelmeniz mümkün.
Olayın farklı bir boyutunu irdelemek istiyorum aslında.
Ankara zabıtası, yıllarca seyyar satıcıların önünü kesmek için onlara yapmadığı eziyeti bırakmadı. Mallarını ve tezgahlarını filan yağmaladı arsızca. Onları gidip şehrin bir köşesine atıp parçaladı, yaktı, yıktı. İnanılmaz güzellikte ve canlılıkta olan Karanfil sokağın gece halini bir viraneye çevirdi. Seyyar satıcıları, bir şekilde usulüne uygun şekilde kayıt altına alıp vergilendirmeye çalışmak yerine onları görmezden gelip sürekli 'çalışarak' para kazanmalarını engelledi.
Peki ya dilenciler?
Ankara'nın merkezindeki neredeyse bütün üst geçitleri işgal eden, insanları sömüren, verdiğimiz parayı beğenmeyen; beğenmediği gibi arkamızdan bedduadan küfüre kadar pek çok lafı sıralayan bu tacirlere ne yaptılar?
Elbette ki nothing.
Yağmurlu bir günde 'üşümesin kadın daha fazla' diye düşünüp de elindeki mendile 'ne kadar' diye sorup 'ne verirsen' yanıtını aldığım kadına verdiğim 50 kuruşu kaç sefer geri aldığımı biliyorum ben. Neymiş efendim 1 liraymış. Götümü ye sen benim kaltak. Don yağmurun altında, hatta buz tut, öl filan.
Bir seferinde de Karanfil metro girişindeki bir kızdan 10'lu pakette selpak mendil almıştı kolilerimden birisi yanında ben varken. Kar yağarken kıza 'al bunu evine git' dediğinde tamam amca diye yanıt verip arkasından bir tane daha 10'lu paket çıkarmıştı. Yalan, dolan, sömürü, din ve inanç tacirliği... Hepsi var.
Hiç unutmadığım şey ise,aynı yerdeki bir dilencinin Nokia'nın 5210 modeli yeni çıkmış olduğu halde onu cebinden çıkarmasıydı. İntihara sürüklenme ihtimali ile yaşadım bir süre.
Son derece sarkastik biçimde ve inanılmaz bir hızda üreyen bu yeni nesil dilencilerin akabinde Ankara'nın ne ile karşılaşacağını büyük bir merakla izliyorum. Sokakta aç bırakılan kadınlar, sütsüzlükten kırılma aşamasında olan baygın bebekler yada göz boyamak için ellerine kitap defter verilip metro merdivenlerine salınan küçük çocuklardan daha beter ne olabilir diye düşünmeden de edemiyorum bir yandan.
Daha ne olabilir?
0 Yorumlar