Lise ikinci sınıfın son zamanlarıydı. O aralar önce subay olmayı ve ardından da üniversite okumayı planlıyordum ve bunun gerçekten olabileceğini sanıyordum umarsızca. Kimse demiyordu ki ya biri ya öteki; yada bu obez bünye ve şaşı gözlerle ne harp okulu?
Lisenin o sınıfı, benim gittiğim zamanlarda okulun en zor senesiydi. Fizik, kimya ve biyoloji derslerinin en kazık konuları o seneye sığdırılmış yetmezmiş gibi trigonometrinin yanına bir de ek ders olarak analitik geometri eklenmişti yalnızca geometri yetmiyormuş gibi.
Analitik geometri dersine ufacık tefecik, içi dolu fıçıcık Nurcan adında bir öğretmen giriyordu.
Liseli iğrenç ergenler olarak elbette ki dersler konusunda pek iç açıcı halde değildik ve aklımızda yaklaşık bir milyon tane farklı şey varken analitik geometriye pek yer yoktu; tabii ki yeni yeni çıkmayan başlayan pis ve sulu sivilcelerimiz vardı suratımızda.
Hemen hemen her sınıfta olur ya, arka sıralara çöreklenen, dersi kaynatmaktan başka pek bir görevi olmayan, defalarca sınıf tekrarı yapmış ve muhtemelen sizden sonra da bir kaç kez daha yapacak. İşte öyle tipler bizim sınıfta da vardı ve Nurcan'ı minik ve savunmasız bulup kadına sataşıyorlardı. Derse ortasından girip ortasında çıkmalar olsun, tam kadın ders anlatırken telefon çaldırmaklar olsun, her türlü ucuz kontroversiyel rezalet okulun 10FA isimli üstüne kezzap dökülesi sınıfındaydı ve ben de mecburen o sınıfın kantinden çıkan yağ kokularıyla doygun hale geçmek üzere olan havasını soluyordum. Sanırım bir keresinde, sıramda bir kalıp donmuş sana yağ bulmuştum.
Nurcan, bu tembel tayfa için bir kaç girişimde bulunarak elemanların dikkatini iyice üstüne topladı ve bizim sınıfın iğrenç ergenleri Nurcan'ı alt etmek için komplo teorileri kurmaya başladı. Halbuki Nurcan'a mı kalmıştı elin pasaklı tembelini adam etmek, anlat analitik geometri dersini, sonra defol git evine.
Fakat unuttukları en önemli şey, Nurcan'ın bir öğretmen olduğu kendilerinin de Nurcan'ın mahfedebileceği sefil varlıklar - yani öğrenciler - olduklarıydı.
Nurcan için çarklar dönüyordu. Ilk dönem yerine oturmayan dişliler, ikinci dönemin ilk sınavlarından sonra kendilerine hoş ve iğrenç bir yer bulmuşlardı.
Hiç unutmam, cuma günkü son iki ders Nurcan'ındı ve iğrenç analitik geometri dersinde çakışan iki doğrunun x ekseni oluşturduğu üçgenin alanını hesaplamak gibi hayatımda bir kez daha kullanmadığım, kullanacağımı da hiç sanmadığım bir konuyu işleyecek ve ardından evlerimize siktir olup gidecektik.
Benden beklendiği üzere sınıfın öğretmen masasının karşısındaki sırasında oturuyordum. Nurcan sınıfa girdi ve imzalamak üzere kutsal saydığımız defterini açtı. Yoklama fişini fışt diye çekti ve yüzü allak bullak oldu.
Ne olduğunu merak ediyodum ama Nurcan ser verip sır vermiyordu. Sonunda kendinden daha büyük ve deriden yapılmış, kullanılmaktan da lime lime olmuş kahverengi deri çantasını toplayıp sınıftan apar topar, yangından mal kaçırırcasına acele çıkarken masanın üzerine koyduğu yoklama fişinin üzerindeki, kırmızı pilot kalemle yazılmış, güneşin son ışıklarıyla parıldayan kelimeyle yüz yüze kaldım:
"Orosbu".
Ve sınıfta kırmızı pilot kalemin kimde olduğunu hepimiz biliyorduk; Nurcan da dahil.
Bu sefer ben allak bullak olmuştum çünkü hiç bir öğretmenime bu sıfatla hitap etmemiştim. Nurcan çıkarken hepinizi disipline vereceğim dedi.
Kalemi çöpe atarak ondan kurtulmak istedim, fakat çantamda değildi. Ferhat adında yerden bitme bir ibne tarafından bir önceki teneffüs benden ödünç alınmıştı.
Bir kaç dakika sonra çıktığımız İstiklal Marşı okuma etkinliğinde sıranın en önünde iki gözüm iki çeşme ağlıyordum. Çünkü askeri okullara girmeyi istiyordum ve oraya böyle bir sebepten aldığım cezayla girmem mümkün görünmüyordu. Nurcan bana nispet yaparcasına 'gurunun yanında yaş da yanar olum' dedi histerik bir ses tonuyla. Gülümsüyordu Nurcan, zafer kazanmış bir komutan edasıyla. İleri bakarak. Aydın Türk öğretmeni formatında.
Ben neden ağlıyordum ve pazartesi günü müdürün odasına gidip ötmek, eğer bu sebeple bir disiplin suçu verirse ona dava açacağımı söylemek yerine askeri okul hayalleriyle yanıyordum?
Hem abi 'orosbu' ne? O kelime, üstüne basa basa vurgulanan bir 'p' harfiyle yazılır.
Gülünecek halime ağlıyordum standart bir liseli olarak, geleceği karanlık, işsizlikle yüzleşmesine yaklaşık 10 sene kalmış bir liseli.
O zaman böylesine yırtık, çirkef ve pislik değildim çünkü. Öylesine bir ev kezbanıydım ve hayatımı kolay yoldan kazanmanın derdindeydim filan.
Pazartesi günü annemle direk olarak okula gittik. Müdüre olanlardan bahsettik, kalemin benden çalındığını fakat o güzide kelimeyi benim yazmadığımı anlattık. Hatta yanımızda benim derslerde kullandığım Türkçe defterimi de götürdük. Kanıt da olsun dedi annem. O arada içeri giren Türkçe öğretmenim de bana 'yapmaz öyle şey' diye destek oldu filan. Ayy, canım ya. Şimdi ne yapıyor acaba? Okul müdürü, dersten çığlık kıyamet Nurcan'ı çıkarıp yanına çağırdı. Durumu anlattı annemin yanıda. Eşşek kadar lise öğrencisiydim ama annemi müdürün karşısına dikmiştim. Nurcan, sanki cuma günü İstiklal Marşı töreninde, beni kuru bir ot gibi yakacağını bizzat garanti etmemiş gibi ağız değiştirmişti; 'ben kimin yaptığını biliyorum olum, sen hiç merak etme'. Ç'lerin ve k'ların üzerine ayrıca bir vurgu yapıyordu. Gıcık edici bir vurgu.
Sonra Ferhat disipline gitti. Geldiğinde, okulu yaklaşık 6 senede bitirecek olan azılı bir tembeldi. O senenin sonunda o okuldan ayrıldım. Başka bir okula geçmeye karar verdim. Başardım da.
İlk gün, sınıfımı aramak için yeni okulumun merdivenlerini tırmanırken, öğretmenler odasının kapısında bilin bakalım kiminle karşılaştık?
Nurcan.
O da o okuldan ayrılmaya karar vermişti.
Çok güzel bir yazı olmuş :)) Nurcan unutulcak biri olmamış senin için :D
YanıtlaSilgel sen bi de bana sor Nurcan'ı...
SilBu yazıyı yazmamın ardından, ertesi gün yolda gördüm kadını. :D