Gençlik kampındaydık - 3: Artık veda et sen kampçı, sen arkadaşına
Haziran 12, 2015
xCoach Incomprehensible
Fakat Has Turizm, beni almak için bir servis yollamadı, çünkü gönderilmemiştim ve gönderilmemiştim. Engizisyondan kaçışımsa kampın içindeki önemli bir farkındalığın oluşmasına neden olmuştu. O zamandan belliymiş Çipras gibi bir kanaat önderi olacağım...
Takım liderleri neden bizlere böylesine kötü davranıyordu? Sorgulanmaya başlanmıştı ve o gece, yani sahada yıldız sayarken basılan kızlardan bazıları, Snape'in davranışlarını tasvip etmedikleri için kamptan ayrılmaya falan karar vermişti. Onlar kimdi ki bizi karşılarına alıp engizisyon mahkemesi gibi yargılamaya kalkmışlardı? İçlerinden ismi Tuğçe olan kız Ankara'yı arayarak babasına ağlamıştı ve adam ciddi ciddi kızını kurtarmak için Hatay'a gelmeye niyetlenmişti.
Snape'in önderliğinde, küçük komünümüzdeki ortamı yumuşatmak için çeşitli eventler organize edilmeye başlanmıştı. Bir gün küçük bir J9 dolmuşuna tıkıştırılarak İskenderun'a götürülmüştük. Hiç unutmam, ilk kez Burger King'i orada tatmıştım ve Whopper'dan nefret etmiştim. Daha sonra ise çölün ortasındaki vahamızın içinde en temiz oda yarışması yapılmaya karar verildi.
Aralarında uzun mesafeler bulunan erkekler ve kızlar yatakhaneleri, kendi aralarında çarpışacaktı. En temiz erkek ve kız yatakhaneleri, kamp bitene kadar hizmet işlerinden geri tutulacaktı. Snape'in başkanlığını yaptığı kurul (?), odaları tek tek gezmeye başladı. Babasını gereksiz bir sebeple Hatay'a kadar getirme sınırına gelen Tuğçe ve kankileri bile işi ciddiye alarak odalarını pırıl pırıl yapmıştı. Biz de bu konuda iddialı sayılırdık, tabii yalnızca öyle kaldık.
Gün geldi ve akşam yemeğinden sonra hepimiz Sarı Zeybek film gösterisinin ardından sandalyelere kurulduk. En kirli odalar ve en temizleri açıklanacaktı. Snape büyük bir gururla ayağa kaltı ve en kirli erkek odasını açıkladı: 38. 38'de kim kalıyor diye ağzından bir kaç parça köpük saçtı.
Ayağa kalktım.
Snape tabii ki beni görmeyi beklemiyordu, içinden bir kahretsin çekti. Neymiş, köpek bağlasan durmazmış orada da, neden temizlemiyormuşuz da.
Bizi üzerine işenmiş yataklarda yatırdıkları yetmiyormuş gibi bir de yeniden fırça çekiyordu. Yine bir Snape'e bir bana dönüyordu kafalar. Ahır gibi aldık, ahır gibi kullanıyorduz dedim. Snape sustu ve aceleyle diğer odaları açıklayıp bizi dağıttılar. Tuğçe'lerin odası birinci oldu masanın üzerine koydukları boş SebaMed kutusunun içine tıktıkları sarı bamya çiçekleriyle.
Asıl komediyi son gece yaşadık. Ortada yakılan kocaman bir ateşin etrafında artık veda et sen kampçı, sen arkadaşına temalı bir müzikal drama yapıldı. Gören de birbirimizden fazlasıyla hazzediyormuşuz sanırdı Snape'le. Yan yanaydık, el eleydik ve ikimiz de İngiltere tahtı için savaşacaktık. Kızın biri, etkinliğin sonunda ateşin üzerinden kocaman eteğiyle atlarken etek tutuştu ve kızı zar zor söndürdüler litrelerce suyla. Tuğçe karakteri ve kankisi kızın iki bileğini çantalarında her daim bulundurdukları kolonyalarla ovalayıp yanan eteğini havluyla örtüp namusunu korurlarken o etkinlik de sona erdirildi.
Mutfakta işim var diye gidip tüm şaklabanlığı uzaktan izledim. Bütün o vedalaşmalar, salya-sümük ağlamalar, kokulu ve yapay öpüşmeler, sanki bir kez daha birbirine ulaşmak istiyormuş gibi telefon numarası değişmeler ve mektup için adres almalar öylesine kıskandırıcı ve dokunaklıydı ki, öylesini hiç bir zaman kurgulayamadım yeniden. Sonra Has Turizm'in bizi getiren Sprinter minibüsü gelip bizi aldı (eteği yanan kıza yanar döner naylon bir eşofman altı giydirilmişti apar topar, Hatay'ın o sıcağında pişip isilik olsun diye) ve 22.30'da Ankara'ya giden bir başka O403'e transfer olup sabaha kadar kaşındım.
Birilerinin egosunu okşayıp onlara hizmet ederek ve kendilerini güçlü hissettirerek mastürbasyon yaptırdığım gençlik kamplarına o zaman tövbe ettim.
Gençlik kampı deyince aklınıza ne geliyor diye bir soru yöneltmek geldi içimden. Benim konsepti ilk duyduğumda aklımda belirlen şey, kaliteli olmasa bile temiz ve korunaklı bir ortamdı. Fakat, pek çok şeyde olduğu gibi orası da malesef kirli, korunaksız, güvensiz, sağlıksız ve egoyla dolu bir ortamdı.
Türkiye gibi bir yer için son derece büyük bir prestij kaybı aslında. Yurtdışından gelen gençleri oraya götürmüyorlarmış mesela. Onlar Antalya, Çanakkale yada Marmaris'teki daha iyi durumdaki kamplara götürülüyormuş. Hatay gibi bir kaç tane atıl durumdaki kamp ise yerli öğrencilere tahsis ediliyormuş.
Ayrıca yurtdışındaki örneklerini gördüğünüz gibi şık bikinili kızlar ve orda burda emme talebi ile taciz edebileceğiniz erkekler yok. Bildiğin ortasından sıkılmış diş macunları ve kenar mahalle dilberlerinin yuvası halindeydi. Zaten aklı olanın orada ne işi var?
2002 yılından bu güne kadar pek çok değişmiştir muhakkak, fakat o zamanlar durum bundan ibaretti.
Ben, Elizabeth IV, artık İngiltere tahtına oynayacaktım.
0 Yorumlar