Ama o esnada, güzide eczacılarımızın çoğu ne yapıyordu; haftasonu ya da yaz tatili için plan. "İspanya'ya mı gitsek, İtalya'ya mı?" Ya da daha "avantajlı" MF'ler için depodaki kızlarla hırpani, çirkin ve ucuz bir pazarlık içindeydiler. Ve yahutta semirmekten eşşek kadar olmuş çocuklarının bilmem kimin dünyası markası adı altındaki kreşlerindeki yıl sonu gösterilerinde saçma alkışlar tutup arkasında durmasalar bir an bile hayatta kalamayacak kadar vasıfsız hale getirdiklerinin farkında olmadan mutluluktan uçuyorlardı.
Şimdi ne oldu; eczacılar ayakta. Şimdi, eczacıların profillerini öldürülen meslektaşlarına dair içerikler süslüyor.
Anlayacağınız iki yüzlülük herkesin bu aralar muhatap kaldığı ve sıradanlaşmaya başlamış, alışılagelmiş bir insanlık hali olmaya başladı...
---
Bu satırları yazdığım günün akşamında, ülkeden bir şekilde kaçmayı başarmak için terleyip araştırma yaparken ve tek yön biletimin fotoğrafını Instagram'da paylaşacağım anın hayalini kurarken Atatürk Havalimanı'ndaki patlamayı duydum.
Her şeyden önce emeğin değersiz olduğu bir toplumun bir parçası olmaya daha ne kadar tahammül etmek zorunda olduğumu bilmek istiyorum. Bir grup kendini bilmez serserinin savaş alanına çevirdiği yaşam alanımı korumak içinse kendi öz savunma mekanizmamın nelerden oluşabileceğini düşünüyorum bir yandan. Silah mı taşımalıyım, savunma sporlarına mı yazılmalıyım yoksa eve kapanıp zaten asosyal olan hayatımı iyice içinden çıkılmaz ve çekilmez bir hale mi getirmeliyim?
Kendimi yaşadığım mahallenin, kasabanın, ilçenin, ilin ve hatta ülkenin hiç bir yerinde güvende hissetmiyor olmak gerçekten korkunç bir his ve içinden çıkılmaz bir hapsedilmiş duygusu yaşatıyor. Günden güne daha sinirli, hırslı, tahammülsüz ve kavramsal olarak agresif oluyorum, insanlara göstermem gereken hoşgörünün alt limiti yükseliyor. Acımasız hale geliyorum ve bu durumdan hiç hoşnut değilim.
Durup sakinleşmeye, oturup düşünmeye, biraz olsun dinlenmeye ve ne olacağını kestirmeye çalışmaya ihtiyacım var.
Of.
0 Yorumlar