
Beariye'den çıkıp kıtalararasında kısa ve çoğu yerin altında geçen bir yolculukla New York'a, şey pardon Sirkeci'ye varıyorum. Telefonumun hayalet ekranı Sirkeci istasyonundaki QR kod okuyucusu tarafından algılanmıyor ve arkamda biriken bir tren dolusu insanın lincine maruz kalmadan ekranı canhıraş bir şekilde çıkarıp bulduğum ilk çöpe atıyorum.
Artık şehrin en altın kesimindeyim ve konsept olarak bambaşka bir dünyaya açılan egzotik bir kapının eşiğinde hissediyorum.
...
Ankara eşrafından bir bear dostumun hakkını tarafıma helal etmesi niyetiyle Balat civarına gidip şuh bir irkilişle benliğimi kutsamam ve bedenimde biriken tüm negatif enerjiden arınmam gerekiyordu.
Sanırım bunun civardaki bir kilisenin yarı olimpik havuzuna hoş bir papaz tarafından batırılarak gerçekleştirilemeyeceğini anlatabiliyorumdur.
Bu durumda favori şarkıcımı (adını birazdan okuyacağınız rezil şeylerle aynı yere yazamadığım için son derece iyi hissediyorum kendimi) sahnede ve birinci kategoride izlemekle eşdeğer bir heyecan dalgasıyla yıkanıyordum.
Hem mental hem de fiziksel olarak.
Çorlatmam di mi kız her şeyi diye itiraz ettiğimde sen ablana güven diyor o çok güvendiğim şuh ses; sanki kırk yıl boyunca karanlık bir sandukanın dibinde olgunlaştırılmış bir parça Kars kaşarı olan ben değilmişim gibi; ve tekrar ediyor, pişman olmayacaksın kızım. Çaptan düştüğüme mi yanayım yoksa bu acınası halime mi; derhal sarı renkli uçak firmasının sitesini açarak kendime sabahın erken saatlerinde İstanbul'a inecek bir bilet buluyorum.
Ankara eşrafından beardan bahsetmişken...
Sizin de çok iyi bildiğiniz ama ismini burada asla zikredemeyeceğim kişiyle solukça parlayan bir güneşin altında yaptığım saat dört konuşmalarından birisini dolduruyor kulaklarım Marmaray'ın kapıları Boğaz'ın altında geçmeden hemen önce son kez kapanırken.
Balat'a gidiceksin kızım diyor en emrivaki ses tonuyla, orada kendini bulacaksın, İstanbul'a gidip de Balat'a gitmezsen sana hakkımı helal etmem diye ekliyor Cinnah'tan henüz gelmiş de yeniden erkek rolüne girmesi için biraz zamana ihtiyacı varmış gibi bir ses tonuyla.
Korkarım ben kız diye sormuştum samimi bir sesle; yanıt olarak korkma kızım demişti aynı bilmiş ses ve mesainin tam ortasında olmamıza rağmen soğuk kanlı bir şekilde tarif etmişti; içeri girdiğinde sağ tarafa gideceğim de, orada özel oda verecekler sana demişti feleğin çemberini temsil eden kırmızılı beyazlı bir hulahopun içinden hiç bir yere değmeden geçmeyi yüzlerce kez başarmış bir kıvraklıkla.
Orospu, nasıl da biliyor şehrin hangi dehlizinde hangi naneler yeniyor. Bir tek aynanın karşısında video çekip yaşlandın orospu deyip aynaya yarısı çekilmiş buzlu viski bardağı fırlatmadığımız kaldı onunla.
Yapıyoruz kız en kısa zamanda.
...
Eminönü'nden bindiğim tramvayın kapıları kapanırken tedirginim yine (sahi ben niye İstanbul'da hep tedirginim?) niyetim aslında biraz da kültür turu; arındıktan sonra Balat'taki ara sokaklarda gezinirim, Demir Kilise'de kutsanırım (umarım yarı olimpik bir yüzme havuzu büyüklüğünde vaftiz kurnası vardır), Kızıl Mektep'e bakan kafelerin birinde oturur (oturamadı) ve o zaman henüz bitiremediğim kitabın bazı bölümlerini yazarım.
Ki aslında İstanbul'a asıl gitme amacım bu, Eminönü'nü turladıktan sonra Taksim'e çıkar bir iki yerde oturur ve kiliseleri ziyaretlerimi yaptıktan sonra gece geç bir saatte Kadıköy'e geçer ve iki gibi uçağa giderim... Bok var gibi sabah beş uçağına bilet alıyorum ikidir.
Sanki sıradan bir şey yapıyormuş gibi doğal ve histeriden uzağım ve Ankara eşrafından bir bearın sesi kulaklarımda yeniden beliriyor...
İçeri girdiğinde sağ tarafa geçeceğim de kızım, bir kapıdan geçirecekler seni ve başka bir tarafa alacaklar. İşte günahlarından arınacağın yer orası.
Şehrin içinde cennete açılan bir kapı bulmuş olabilirim, ya da yine bir hayal kırıklığı yaşayacağım.
0 Yorumlar