Sarışın ve öncekilere göre daha ufak telef olan James Bond'umuza şanına pek de yaraşmayan bir şekilde veda edip 7'sini ve 40'ını yaklaşık bir sene gecikme ile okuduktan sonra, önümüze bakmaya ve bir sonraki Bond hakkında konuşmaya devam edebiliriz. Sonuçta show must go on.
Zaten yaşlanmış ve onu benzersiz bir ajan yapan keskin zekasını biraz duygusallıkla köreltip etrafa terk edildikten sonra orta yaş bunalımına girerek hayatının geri kalanında ne yapacağını bilemeyen duygusal bir balamoz gibi bakmaya başlamıştı.
Bodrum'da ki teknesinde hiç bir detayı saklamayan mini lacivert bir şortla antenli mercan ve çiftlikten kaçmış kocaman çipuraları avlarken adamı yine alengirli işlere soktunuz.
Yani en azından dünyadan ve dünyanın ona sunduğu pek çok nimetten sıkıldığını zırhlı Aston Martin'inin içinde, dört bir yandan açılan yaylım ateşinin ortasında hiç bir şey yapmadan oturup "ne zaman bitecek bu saçmalık" der gibi bakarken anlamıştım.
Bence ahirete intikal etmek yerine teknesine binip yine o minik ve iç gıcıklayıcı şortundan fışkıran lezzetli cennet meyveleriyle dalışa falan gidebilirdi.
Mukadderat.
Bütün bunların yanında, bitki bazlı bir çeşit garip sütle hazırlanmış venti boy Pumpkin Spice Latte'ye ve Madonna tarafından seslendirilmiş Die Another Day'ın şık bir extended remixinin eşlik ettiği bu yazıda, şahsi fikrim olarak neden bir sonraki Bond'un gay - ya da toplum tarafından biraz daha sevimlileşmiş bir formatta biseksüel filan olması gerektiğinden bahsedeceğim.
Hatta öyle bir imajı olsun ki bugüne kadar alışılagelmiş tüm ajan imajlarını yıkıp olanca erkeksiliği ve buram buram testesteron kokarken yıksın tabuları.
Kız bu arada, Grace Jones nerede? En son seti terk etti deniyordu, komple mi oynamamış modern La Vie En Rose?
Ve galiba M'in suratında Voldemort makyajı unutmuşlar.
Çünkü hani dünyanın her bir yanında gender equality çığlıkları falan atıp aynı zamanda filmlerimizdeki bir yerlere rainbow flag 🌈 asıp bunu en az bir sahnede izleyenlerin gözüne sokuşturuveriyor ve karşılığında alkış beklediğimiz bu pozitif (?) ayrımcılığı, aynı filmin içine mutlaka bir yerlere sıkıştırdığımız zenci, Asyalı ve ne tür bir hikmetse artık, anca İslami terör sosuyla servis etmeyi sevdiğimiz Müslüman karakterlerle destekliyoruz.
Pardon, statüsü normal - normalin üstünde konumlandırılmış Yahudi halk parçacığını unutmuşum.
Peki bütün bunların yanında, dünya kadar hasılat yapan ve her sosyo-ekonomik gruptan iyi bir izleyici kitlesi olan James Bond - namı değer 007 - neden o büyük bütçeli ve bol vurdulu kırdılı filmlerinin birinde, en azından bir sahnede bir erkekle sevişmesin?
Olayın, toplumun belli bir kesiminde kendi halinde yaşayıp giden biz gizli gaylarla (hah) bin bir çeşit tuhaflık ve biraz da aktivizm adı altında absürdlüklerle içli dışlı devam eden lgbt varlığı arasında bir yerlerde de geçebildiğini anlatmanın iyi yollarından birisi olabilir bence.
Sonuç olarak, devlet kadrolarını işgal edip kariyerini yüklü bir ikramiye ve maaşla noktalamak için her türlü kamuflajdan faydalanan gayların olma ihtimaliyle yüzleşir toplum.
Lokal ve küresel lgbt girişimlerinin (artık adına dernek mi dersiniz vakıf mı; yoksa toptan STK ya da jçimdekilubun mu, size kalmış) bu tür bir fikri yapımcı şirketin başına didiklemesi için saçlarını kısa kestirip pembeye boyayarak önüne gelen her sosyal mecrada, her durumun gerçekleşme ihtimaline aynı mesafede yaklaşabilme olasılığını defalarca deklare etmesi pek gerekli değil gibi. Bence bizimkiler hemen bir AB projesi yazarak bu işi resmiyete döksün. Hem de yeni bir fon kapmış olurlar 2022 yılı için. Seçim yılı, şartlar daha da ağırlaşacak.
Bör sonrokö fölmdö Jöymös Bond göy olobolor mö? - dödöm olobolor.
Neyse, asıl konumuza dönelim. Yani bir sonraki James Bond'un kim olacağına.
Adaylar arasında ise bizim daha önce Venom'dan da tanıdığımız Tom Hardy var. Bence o siyah katran gibi şeyin içinden çıkıp kafa koparması falan seyirciyi sıktı zaten.
Yumuşak ve yuvarlak vücut hatları, sakalın yakıştığı bir yüzü, yüzünün bazen keskin ve erkeksi bazen de daha yumuşak ve romantik görüntüsü ile Tom Hardy bir sonraki filmde olmasını istediğim ve hatta o filmde bir başka adamla sevişmesini istediğim James Bond. Kabuklu filan ama, ne yapalım. Göz ardı edilebilir bir durum.
Bütünsel bir uncut sevimsizliğine rağmen oyum şimdiden ona. Bir çift romantik göz bolca heteroseksüel imgenin arasından sıyrılıp başka erkeklerde dinginliği ve huzuru arayacaksa, o gözler mutlaka Tom Hardy'ninkiler olmalı.
Gerçi bir adamın başka bir adamda arayacağı en son şey dinginlik ve huzurdur ya, neyse. Hele ki Tom Hardy... Kimleri yemiştir ki anca ağımızın suyunu akıtırız bilsek. Buna sonra bakalım.
Rahmetli Ian Fleming - Tanrı ruhunu kutsasın - yanıyorsa ateşi bol; keyif çatıyorsa da hurisi/nurisi bol olsun - biricik ve hâlen ona dramatik şekilde kendine oldukça yüklü miktarda para kazandırmaya devam eden karakterinin bir başka adamın altında cinsel hazlardan bir kuple yaşayıp bunun müptelası gibi bir şey olmasını arzu eder miydi bilmiyorum ama, Bond serisinin kadın erkek fark etmeden hatırı sayılır miktardaki sıkı takipçisi, iflah olmaz derecede popülerleşen cinsel bir arzu nesnesine de dönüşmüş bu kraliyet ajanının, daha açık fikirli olmasını ve heteroseksüel normatif kalıpları yıkarak yeni bir şeyler denemesi gerektiği konusunda hemfikir.
Neyse, biraz da yan haklardan bahsedelim.
Her bir yeni James Bond filmi, beraberinde devasa endüstrileri sürükler. Bunlar, üzerinde yoğun bir şekilde after effects ve cinema4d ile çalışılmış açılış animasyonları ve tabii ki filmin soundtrack müziği. Kim bilir kaç yüz bin tane animasyon izlendi ve kaprisli yönetmen tarafından olmamış denilerek çöpe atıldı.
Aslında Billie Elish tarafından seslendirilen No Time To Die şarkısı da bence çöpe gidenlerden birisi olmalıydı. Kendini Celine Dion falan sandı herhalde şaşkın. 5 tane her önünden geçene verilen ödüllerden aldı diye bir havalar bir havalar.
Ya da illaki daha fazla yükselip alçalan bir remixi falan olmalıydı. Üff, müzik kulağım bu kadar benim zaten.
Aksiyonu bol olduğu kadar son iki üç tanesi de romantik detaylar ve bol miktarda da hayal kırıklığı içeren filmlerin müziklerinin arada sırada da olsa yükselmesini beklerdim ben. Bayan Bili Aliş'i de dahil ederek, son 15 yılın Bond müzikleri listesi Top5'i yapalım o halde;
1. Adele - Skyfall
2. Chris Cornell - You know my name (Casino Royale)
3. Sam Smith - Spectre
4. Billie Elish - No time to die
5. Alicia Keys & Jack White - Another Way to Die (Quantum of Solace)
(bu şarkı bana öylesine garip geldi ki, Billie Elish'i bile bunun üzerine koymaya karar verdim)
Ve aslında bütün bu listenin başına biraz daha eskilere giderek oradan bir şarkı oturtmamız gerekiyor: Die Another Day.
Ah Madonna, vah Madonna.
Her türlü taciz, aşağılanma ve yok sayılma gerçekliği ile tatlandırılmış ve buz dolu kovalarla serinletilmek suretiyle İbrani alfabesinden bir kaç harf ile finalize edilerek zirvede bırakılmış işkence ve eskrim sporunun hoş bir örneğini sunan video klibin ardından bizi içine bıraktığın su duruma bak.
Bence James Bond'un yapımcıları 6 7 yıl içinde çıkacak olan yeni Bond filmi için Tom Hardy'yi ve en az Madonna kadar sıra dışı bir kadını da müzikleri yapması için ekibe katsın. Önerim Lady Gaga ya da Nicki Minaj.
Ama sınır kendileri, ne yapmak istiyorlarsa yapmalı, ne kadar absürdleşmek istiyorlarsa o kadar yapmalılar.
Evet, bence de hafiften tombiş bir James Bond ile Madonna kadar sıra dışı bir ikiliyi görme zamanımız geldi.
0 Yorumlar