Vücudunda biraz kıl var ve ortalamanın az üstünde bir profiliniz var diye kendinizi vazgeçilmez, iflah olmaz ve erişilemez bir ilah yerine koymanıza pek de gerek yok bence. Çünkü değilsiniz.
Hepimizi kendi halinde yaşamları ve gündelik yaşamları var. Sırf canınız istedi yada bir yanınız bir kaç dakikalığına kalktı diye hayatımızdaki herşeyi bırakıp sizin herhangi bir şekline ihtiyaç duyduğunuz yardıma koşacağımız anlamına gelmiyor. Ne mağna yani?
Arkadaşlar bir yandan iş yaşamı devam ediyor; öteki yandan ev hayatımız. Çıplak ilaheliğiniz ise karşı konulmaz bir cazibe merkezinden öylesine uzak, öylesine yıkık ve öylesine sıradan ki, insan kendi kendine bir çok sıkıldım, iki yerim çok dar, oooo senden çok var, beni mi buldun şimdi? diye mırıldanmadan edemiyor.
Bazılarınızla hakikaten uğraşmaya mecalim yok. Mecali bir yana bırakalım, uğraşmaya değer misiniz, ondan bile emin değilim. Kabalıklarınızla, sabırsızlıklarınızla, bencilliklerinizle, kendinizi herkesten daha önemli görüp değersiz yaşamınızın herhangi bir anında, karşınızdakini daha az önemli saymanızla falan. Bir de her seferinde şaşırmadan edemiyorum; şaşırtmıyorsunuz.
Aynen ayılar; hepiniz çok önemli yerlerde çok önemli işler yapıyor ve işi dünyayı kurtarmaktan bir tık daha az öneme sahip ekiplere liderlik falan ediyorsunuz, tamam. Beni zaten biliyorsunuz; yaptığım hiç bir şey yok, karnımı zor doyuruyorum, çöpten ekmek topluyorum, birisi bana bir bardak sıcak çay ısmarlasa da midem ısınsa diyorum, başarılarımın sayısı sıfır, varlığınız varlığıma yükte hafif pahada ağır bir armağan. Bu nedenle kendimi size, isteklerinize ve benimle görüşmek istediğiniz zaman her şeyi bir kenara fırlatarak size koşmaya hazır haldeyim falan.
Bütün bu aforizmik çıkarımların ve sahte bir buğuyla matlaştırılmış koyu renk bir şarap şişesinin ardından görünen akıl almaz manzaranın karşısında, reddedildiğinizde yada istediğinizi alamadığınızda içine girdiğiniz düdüksü tavrı izlemek de ayrıca keyifli. Buradan, reddedilme nefreti isimli güzide eserime zıplayabilirsiniz. Paragraflarca yazıp bana dair hiç bir fikre sahip olmadan yapıştırdığınız yaftalamalarınız bana vız geliyor tırıs gidiyor. Neden mi?
Ne küfür yemeye alıştım, ne bundan ezoterik bir haz alıyorum ne de sineye çekiyorum. Önemsemiyorum, anlamıyor musunuz?
Tipik şekilde seçme hakkınızı kullandığınız gibi, ben de kullanıyorum. Bu bizim camiada (?) normalin bir parçası. Benim İzmir'den 50 km dışarı çıkasım yok, Gaziantep'ten, Adıyaman'dan, Malatya'dan falan yazıp yolum İzmir'e düşse görüşür müyüz falan diyorsunuz. Hayır, görüşemeyiz.
Öte yandan halen günübirlik ilişkiler ve genel geçer kişilerle sıradışı anlar yaşamıyorum, fakat hayatı böyle yaşayanların da kendi tercihi olduğunu anlayacak kadar da olgunum. Öyle ki birinin yoldan geçerken uğradığı ve kasıklarını bedenimde gevşettiği bir adam olmayı tercih etmiyor oluşum da karşıdan garip görünmese gerek.
Ne ben ne de evim üzerinde dans edebileceğiniz bir ihtiyaç odası değiliz. Uymuyorsak uymuyoruzdur, uzaksak uzağızdır, tipini beğenmediysem beğenmemişimdir. 18 yaşına yeni girmiş, çüküne yeni su yürümüş ergenler miyiz ki birbirimizi böylesine yoruyoruz?
Hadi bakalım, hepinize Kuşadası'ndaki tek odalı apartlarınızda falan iyi tatiller şimdiden.
0 Yorumlar