...
Haftasonunu birlikte geçirmenin inanılmaz mutluluğu içinde mayışmışız: dizlerimde bir adet Pom, ellerim yer yer salt&peper olmaya aday uzun ve siyah saçlarının arasında, keyifle mırıldayan bir kedi (arada Pom'da ona eşlik ediyor), kendisini arada bir gösterip kaybolan huysuz güneş, herşeye rağmen gri bulutlar arasından görünebilen buzlu mavi gökyüzü ve kocaman bir ekranda Discovery Channel, Showcase ve bendeniz: Elizabeth 4.; Queen_TR.
Adamın bir tanesi yemek yapıyor en elitinden. Herşeyden azıcık azıcık tabaklara koyuyor, biz de Pom'la neredeyse aynı şeyi düşünüyoruz: o tabakla kim doyacak? Michelin'den 3 yıldızı varmış haspamın, elin Fransız'ı azmediyor, sıçıyor, çalışıyor ve alıyor azizim. Yemek tariflerini anlatıyor bir bir kameraya, yok mantarla birlikte sotelenmiş yer elmasından yapılan ve altına yalnızca içinde çikolata olduğunu tahmin ettiğimiz bir tatlı, viski ile tütsülenmiş yılan balığı, bilmem nerede yetişmiş enteresan otlarla marine edilen diliminiz bile dönmediği gıdalar, soslar, pişirme yöntemleri, yılların verdiği deneyim ve deneme yanılma ile ortaya çıkan buluşlar... Bence birazdan geri alınması imkansız sözlerle birlikte havada Fransız rivierasından gelen altın renkli zeytinyağları, bir vatoz balığı ve kimden çıktığı belli olmayan kirli bir dildo uçuşacak.
Neka' boş bi hayat yaşadığımı fark ediyorum adam televizyondan yapıp başarmış olmanın verdiği derin ahkam kesintisini kulaklarıma fırlatırken. Resmen gözlerinden ego fışkırıyor ibnenin, ciyak ciyak profesyonellik istiyorum diye çığırırken gözlerim doluyor bir taraftan. Nasıl oluyor gıdım gıdım tabaklarda servis edilen yemekler bu kadar para ediyor?
Aşçı olcam ben galiba. İstiyorum yani.
Elin 'bizzare foods of america' programını sunan herifi de kocaman bir domuzu kessin, temizlesin, içine envayi çeşit otla marine etsin, bilmem neresinden kopardığı yağlar ile tatlandırsın ve göbeğini hoplata hoplata damaksal orgazm yaşasın. Yetmezmiş gibi pis boğaz gurmeliğini iki küçük domuzun daşşaklarını kızgın yağa batırıp onu dana etiyle kıyaslasın. Yüce İsa. Al artık yanına. Biz de bir kaç gündür salataya limon yerine mandalina sıkıyoruz diye yeni birşey bulmuşçasına göbek atıyoruz. Neyse, hayatımdaki tek değişiklik bu da değildi; koca bir somonu 4'e böldürüp soğanla sarımsağa bulayıp üstüne bir-iki dilim domates doğrayıp alüminyum folyoya sarmak da enteresan bir deneyimdi; parçanın biri siyah ve sürekli miyaklayan yaşlı bir siyah kediye gitti. 3 gün filan yiyecekmiş. Gözlerimi devire devire bir hal oldum. Kocam yaptı diye söylemiyorum da, parmaklarımı yediğim nadir anlardandı.
Yalnız, pazar günü ODTÜ süperdi. Sararmakla yeşil kalmak arasında gidip gelen yapraklar, sıcak çay (ve bir porsiyon da şehriyeli tavuk çorbası) ve İlhami Algör'ün Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku'su. Pom maç izlemeye gitti de heteroseksüeller gibi. AYH. Bu hallerini seviyorum bu oğlanın. Sterotip homoseksüeller gibi değil. PS'de Fifa filan da oynuyor ben arkasındaki yatakta burnum nezleden dolu halde yatıp garip rüyalar görürken. Onu bekledim. Etrafı kestim bol bol, bazen Zeynel Çilli'nin önündeki odütoryum kılıklı kirli minderlerde oturdum bazen de rahatsız tahta sandalyelerle meşk ettim. Kediler olurdu eskiden, hepsi kaçmış deyyusların köşedeki balıkçının girizgahına.
Dank etti kafama, doğa uykuya dalıyor arkadaş. Bense bir arpa boyu yol almadan geçen seneki masadan etrafı seyrediyorum. Değişen tek şey belki de önüme konan çayın demi.
Bu seferki biraz daha fazla olmuş. Bir daha gittiğimde 'açık bir çay' isteyeceğim. Kendime not.
Haftasonunu birlikte geçirmenin inanılmaz mutluluğu içinde mayışmışız: dizlerimde bir adet Pom, ellerim yer yer salt&peper olmaya aday uzun ve siyah saçlarının arasında, keyifle mırıldayan bir kedi (arada Pom'da ona eşlik ediyor), kendisini arada bir gösterip kaybolan huysuz güneş, herşeye rağmen gri bulutlar arasından görünebilen buzlu mavi gökyüzü ve kocaman bir ekranda Discovery Channel, Showcase ve bendeniz: Elizabeth 4.; Queen_TR.
Adamın bir tanesi yemek yapıyor en elitinden. Herşeyden azıcık azıcık tabaklara koyuyor, biz de Pom'la neredeyse aynı şeyi düşünüyoruz: o tabakla kim doyacak? Michelin'den 3 yıldızı varmış haspamın, elin Fransız'ı azmediyor, sıçıyor, çalışıyor ve alıyor azizim. Yemek tariflerini anlatıyor bir bir kameraya, yok mantarla birlikte sotelenmiş yer elmasından yapılan ve altına yalnızca içinde çikolata olduğunu tahmin ettiğimiz bir tatlı, viski ile tütsülenmiş yılan balığı, bilmem nerede yetişmiş enteresan otlarla marine edilen diliminiz bile dönmediği gıdalar, soslar, pişirme yöntemleri, yılların verdiği deneyim ve deneme yanılma ile ortaya çıkan buluşlar... Bence birazdan geri alınması imkansız sözlerle birlikte havada Fransız rivierasından gelen altın renkli zeytinyağları, bir vatoz balığı ve kimden çıktığı belli olmayan kirli bir dildo uçuşacak.
Neka' boş bi hayat yaşadığımı fark ediyorum adam televizyondan yapıp başarmış olmanın verdiği derin ahkam kesintisini kulaklarıma fırlatırken. Resmen gözlerinden ego fışkırıyor ibnenin, ciyak ciyak profesyonellik istiyorum diye çığırırken gözlerim doluyor bir taraftan. Nasıl oluyor gıdım gıdım tabaklarda servis edilen yemekler bu kadar para ediyor?
Aşçı olcam ben galiba. İstiyorum yani.
Elin 'bizzare foods of america' programını sunan herifi de kocaman bir domuzu kessin, temizlesin, içine envayi çeşit otla marine etsin, bilmem neresinden kopardığı yağlar ile tatlandırsın ve göbeğini hoplata hoplata damaksal orgazm yaşasın. Yetmezmiş gibi pis boğaz gurmeliğini iki küçük domuzun daşşaklarını kızgın yağa batırıp onu dana etiyle kıyaslasın. Yüce İsa. Al artık yanına. Biz de bir kaç gündür salataya limon yerine mandalina sıkıyoruz diye yeni birşey bulmuşçasına göbek atıyoruz. Neyse, hayatımdaki tek değişiklik bu da değildi; koca bir somonu 4'e böldürüp soğanla sarımsağa bulayıp üstüne bir-iki dilim domates doğrayıp alüminyum folyoya sarmak da enteresan bir deneyimdi; parçanın biri siyah ve sürekli miyaklayan yaşlı bir siyah kediye gitti. 3 gün filan yiyecekmiş. Gözlerimi devire devire bir hal oldum. Kocam yaptı diye söylemiyorum da, parmaklarımı yediğim nadir anlardandı.
Yalnız, pazar günü ODTÜ süperdi. Sararmakla yeşil kalmak arasında gidip gelen yapraklar, sıcak çay (ve bir porsiyon da şehriyeli tavuk çorbası) ve İlhami Algör'ün Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku'su. Pom maç izlemeye gitti de heteroseksüeller gibi. AYH. Bu hallerini seviyorum bu oğlanın. Sterotip homoseksüeller gibi değil. PS'de Fifa filan da oynuyor ben arkasındaki yatakta burnum nezleden dolu halde yatıp garip rüyalar görürken. Onu bekledim. Etrafı kestim bol bol, bazen Zeynel Çilli'nin önündeki odütoryum kılıklı kirli minderlerde oturdum bazen de rahatsız tahta sandalyelerle meşk ettim. Kediler olurdu eskiden, hepsi kaçmış deyyusların köşedeki balıkçının girizgahına.
Dank etti kafama, doğa uykuya dalıyor arkadaş. Bense bir arpa boyu yol almadan geçen seneki masadan etrafı seyrediyorum. Değişen tek şey belki de önüme konan çayın demi.
Bu seferki biraz daha fazla olmuş. Bir daha gittiğimde 'açık bir çay' isteyeceğim. Kendime not.
0 Yorumlar