Günün getirdikleri: Ayasofya'nın duvarlarını yemek



Daha henüz, nasıl olup da tepelerinden bakan bir kaç melek figürünün olduğu duvarların arasında, namazın baş şartlarından birisi olan ortamda resim falan olmayacak maddesini baştan ilhak eden bir durumda ibadet ettiklerini anlayamadığım bir takım güruh, bu sefer de, Ayasofya’nın tadına bakıyor ve bu, artık beni şaşırtacak başka ne olabilir ki? sorusuna verdiğim yanıtın her gün istisnasız şekilde değişmesine neden oluyor.

Biz sıradan vatandaşlar için ibadethane aromalı yiyecekler, “hani marjinal olan bizdik?” tadında bir şaşkınlığın nedeni. Sen yüzlerce yıldır dikildiğin yerde dur; bir sürü yangın, deprem, salgın şudur budur atlat ve ardından birileri gelip senden bir parçayı yemeye başlasın.

Hadi delirdiğiniz artık su götürmez bir gerçek de, cami duvarını kazıyıp poşete doldurmanın manâsı ne? Mesela ne yapıyorsunuz o moloz yığınıyla? Eve götürüp çorbaya mı katıyorsunuz, yada muhallebinin içine mi ekliyorsunuz aromatik olarak?

Damla sakızı mı kız bu, kahvenin içine mi katıp falına mı bakıyorsunuz?

Hani şu cahiliye dedikleri dönemden kalma tuhaf tuhaf alışkanlıklarımız var ya, mesela göbek bağını üniversiteye gömmek, nazar boncuğu takmak yada ona benzer bir saçmalık.

Hikâyenin bir önceki bölümünde de kilisenin kapısından tadılmış; yüz yıldır orada duran tarihi su depolarına, mekanın hemen 250 metre uzağındaki dar sokaklardan temin edilmiş sahte markalı ayakkabılar saklanmıştı; namaz kılınırken çalınmasın falan diye.

Kim ne yapacaksa o nükleer atıktan hallice kokulu ayakkabıları?

Neyse.

Nasıl yani, Ayasofya’nın duvarlarından bir parça yediğinizde doğacak olan çocuklarınız İstanbul’u fethedecek kadar kudretli bir padişah mı olacak?

Bakalım daha neler göreceğiz?

Yalnız burada şöyle bir sorun var; makarna ve patatesle beslenmiş olan çocukların ilerde kayda değer başarılar elde etmesi pek olağan gelmiyor bana. Genellikle mahalle aralarında kendilerinden daha güçsüz yada basiret yönünden daha baskın olan tiplere zorbalık uygulamaya başlayıp hayatlarının geri kalanında da düşük kaliteli karbohidrat siklusu içindeki yaşam emareleri içinde kendilerinden çok da farklı olmayan yavrucuklara sahip oluyorlar.

Değişim ve dönüşüm en fazla ya babadan ya kara paradan gelmiş lüks bir BMW 2 / 3 / 4; Mercedes E yada Audi A3 / A4 ile süregelirken pantolonların paçası bilekte bitiyor bedenleri de birer beden ufalırken kalıpları daralıyor. Hani şu nargile kasa dedikleri olay.

Olan biten muhtemelen bundan ibaret.

Belki bilmeyenleriniz olabilir fakat Ayasofya ne çatalınızın ucuyla tadına bakabileceğiniz bir tatlı, ne bedavadan bir yerlerden gelen ve içeriği konusunda da konuşmamız gereken bir porsiyon burgu makarna ne de yediğinizde / yedirdiğinizde sizi yada içi muhtemelen beyin yerine samanla dolu olan çocuklarınızı tarihte kendinden söz ettirecek kudrete sahip olacak şekilde evrim geçirtecek bir muska.

Bence minarenin birini, üzerine oturmak suretiyle alın evinize falan götürün.

Başka türlüsü olamayacak bu işin.

Ayasofya’nın duvarlarını yemek yada poşete doldurup götürmek de neyin nesi kız? Kendinize gelin. Oldu olacak yiyin koca tapınağı da hepimiz rahat edelim.

N’olur lütfen birileri, bu materyalleri yemek suretiyle bünyesine aldığı bir takım endemik ve tarihin derinliklerinden çıkıp gelen mantarlar nedeniyle olmadık bir şeye tutulsun. Ne gülerim. Ayasofya’nın laneti. Tam absürd komedi malzemesi.

Yazsam ya. Hiç olmazsa tarihe ironi ve kolbastı sosuyla bir not düşer, benden sonra gelenlere neşe kaynağı olurum.

Yorum Gönder

Copyright © xCoach. Designed by OddThemes