
Matematikle ilgili fobimle yeniden yüzleştiğimde çok beklenmedik bir yerde ve çok beklenmedik bir andaydım. Kordon'daki denize nazır kafelerden birinde oturuyor, orta boy bir Amerikano'nun üzerindeki dumanların yükselişini izliyor ve bu dumanların ardında kalan Belçika çikolatalı pastayla ilgili 35 mm kamerayla çekildiğinde harika görünecek bir film sahnesi üzerine kafamı yoruyordum.
Bir anda kulağımın tekini birilerin sesi doldurdu. Adamın teki olduğum yerden büyüleyici görünen körfez manzarasına aldırmadan, yanındaki bir başka adama sağdan ve soldan limit üzerine kolay kolay aklımdan çıkmayacak ve anksiyetemi bir şekilde hafta boyunca tetikte tutacak biçimde yüksek sesle ders anlatırken, kafenin denize nazır Fransız balkonuna kurulmuş ve muhtemelen Foça'daki üslerden birinde çalışan, hafta sonu izni için İzmir'e gelmiş genç askerlerden ikisi, denizi arkalarına alarak aileleriyle görüntülü görüşme seanslarını henüz bitirmiş ve kazandıkları güncel para miktarıyla İzmir'in yaşabilecek nadir lokasyonlarından birinde bir ev almak isteseler kaç sene kredi ödeyeceklerine dair hesaplamaları sürdürüyor, oluşan hesap cetvelinin can sıkıcılığı karşısında yüzlerini asıyor ve kafeden çıktıktan sonra bir mağazaya uğrayarak yeni bir iPhone almak konusunda hemfikir oluyordu.
Anlayacağınız limit hemen hemen herkes için sola doğru sıfıra gidiyor, Karşıyaka tarafına seferde olan bir geminin kıç güvertesinden rengi koyu yeşilden kırmızıya dönmüş denize doğru bir parça simit fırlatılıyor, görevi olur da bir gün denizin ortasında bir gemi yanarsa ona su püskürtmek olan "kurtaran 1" gemisi düdük çalarak dalgakıranın içinden kıvrak manevralar atarak küçük çaplı bir şov yapıyor ve ben, sahilde bir ileri geri turlayan azgın, eline almaktan sıkılmış, tek tabanca ve içine gireceği küçük kaygan bir deliği yeni bir dünya sanan umutsuz tipler gibi en az onlar kadar umutsuzluk içinde şehrin belirli yerlerinde yuvarlanmak suretiyle ağrılarımı gidermeye gayret ediyordum.
Tipik bir birikti ve çıkması gerekiyor"denklemi içinde değilim ve sahildeki Starbucks'ın tuvaletini ikinci kez hiç bir şey almadan kullandığım için herhangi bir türden pişmanlık duymuyorum.

Şehre yeni kurulan ve deniz taşkınlarının şehrin içine girip "hayatı felç etmemesi" için bulunup bulunabilecek en makul çözüm olarak görülen istinat duvarının meydana baka tarafında konumlandırılan, şirin bir sembol olmasına ramak kalmış gün batımı iskelesinin tam ortasında, dünyanın en bet seslerinden birisi, bozuk bir amfiye bağlanan ucuz bir mikrofona, etrafına aldırmadan hiç bir şeye benzemeyen cover şarkılar söylüyor, önünden herhangi bir ucuzluk mağazasında bedavadan biraz daha pahalıya satılmasına az bir şey kalmış renk renk "miav" tişörtlerinden inanılmaz bir özgüvenle giyinen şişko erkekler yanlarında ellerini tuttukları örtülü kızlarla geçiyor, terasın hemen ön sırasında oturan kızlardan birisi ben Elfida'yı isticem abi ya diye iki golden hour izleyeceğiz diye katlandığımız gürültüye ve yeterince şişirilememiş kafamıza gereken işlemi yaptırmak için elinde bir peçeteyle sıraya girmeye hazırlanıyordu.
Keşke ben de paketin içindeki son mendilime sümüğümü silmek yerine "kırık kalpler durağında, Candan" yazıp eline verseydim de olacakları hep birlikte izleseydik.
Matematikle olan ilişkim yeniden gözlerimin önünde belirdi o esnada. İki kare farklarından türevlere, gözümde ruh çağırma tahtasından çok da farklı bir şey ifade etmeyen analitik geometriden üçgenin iç açıları toplamına kadar pek çok farklı düzlem ve boyutta inişli çıkışlı olsa da, bir şekilde fen bölümünü ve adına bugün durduğum yerden her ne kadar mühendislik desek de, bir tür giriş seviyesinde beşeri bilim olarak tanımlamanın daha doğru olacağı lisans derecesini bitirmeyi başarmak benim için büyük taktire şayan bir şans.
Bütün bunların vebalini, sabahın bir köründe, ortaokulun puslu bir sisin örttüğü mahalleyi tepeden gören camından dışarı bakıp gözlerini uzak ufuktaki bir noktaya daldırmış haldeyken sende Anadolu Lisesi kazanacak potansiyel görmüyorum diyen matematik öğretmenine yüklemekse işin benim açımdan kolaya kaçan kısmı.
Ya da götüme kaçan.
Ve kadın doğru söylüyormuş. Canım İlkay Hocam.
Halbuki belki de travma yaratması gereken şeyler arasında bilardo oynarken ıstakayı tutmayı öğretiyorum diye arkama geçip bana sürtünen apartman komşumuz ya da istemiyorum dediğim halde zorla içime giren ve boşalana kadar da çıkmayan sarhoş adam olmalıydı belki de.
Kevaşeliğin de böylesi dediğini duyar gibiyim.
Özetle, hâlen tırsıyor ve soğuk terler dökmeye başlıyorum üçgenin iç açılarına dair sorularla karşılaştığımda, çember yaylarını gıcırdayan yatak yaylarıyla karıştırdığımda, özel üçgenlerin özelliklerinden bihaber olduğum yüzüme vurulduğunda, a kare artı b karenin parantez açılımındaki 2ab'den sonraki işaretin artı mı eksi mi olduğuna karar veremediğimde.
Fakat dik üçgenler, üç dört beş ve beş on iki on üç üçgenlerin en sevdiklerim. Bunun dik olan hemen hemen her şeyi sevmemle alakası yok tabii, tamamen işi yaparken kolaya kaçmak.
İçiniz pisse ben ne yapayım?
0 Yorumlar