Ah canım benim, nasıl unuturum seni, nasılsın neler yapıyorsun diye sorduğumda işlerin onun için de pek parlak gitmemiş olmasını diliyor; hatta ve hatta yaşadığı o küçük şehirde sürüm sürüm sürünüyor ve konfor alanından çıkamayan pek çoklarımız gibi (bu kümenin içine kendimi de sokuyorum) pişmanlıklarla ve yılgınlıklarla yıkanıp bağırış çağırış içinde gizli sitemlerle ona buna saldırsın istiyordum.
Ne kadar sevimliyim değil mi?
Yüz yıl kadar önce şehrin birinde tanışmışız, hatırlamıyorum; bana kocasının soyadını aldığı bir Instagram hesabı üzerinden yazarak ulaştı.
Bin yıldır birbirini görmeyen mük dostlar gibi online bir sarılma eylemi gerçekleştirdik.
Bu yeni iç güveysi yada biraz daha queer bir tanımla gelin gitme mottosu da oldukça duygusal.
Ne de olsa kaostan beslenmekten üstü kapalı bir haz duyuyor; bulunduğum ortamda - ve tercihen hemen yan masamda - dedikodular yapılıp sitemler edilirken dünyanın en sevapkâr rahibesi gibi kendi halimde içsel bir orgazm yaşamaktan büyük mutluluk duyuyordum.
Kitabım çıktı, sana yollamak isterim dediğinde tuhaf bir şaşkınlık yaşadığımı ifade etmekten ne yazık ki geri duramayacağım. Karanlıktaki bir boşluğa, boş bir metal şişenin içine düşen demir paranın çıkardığı ses gibi sevimsiz ve kulak tırmalayan bir çıngırtıyla eşdeğerdi şaşkınlığım.
Sanırım o anda kendi kitabımın üzerinde çalışıyordum. Kapalıyız ve evde yokuz diyerek işi bitirmeliydim belki de.
Ne kadar sevindiğimi tahmin bile edemesin! diye kendimden beklenmeyen bir sevimlilikle olaya başka bir boyut katmayı arzu ederken aynı zamanda Instagram'ı Chrome tarayıcıyla birlikte ekranıma dikey sığdırıp ne tür bir evrak-ı rezaletin altına imza konulduğunu araştırmaya başladım.
Çünkü son zamanlarda ecnebi diyarlardan müşfik bir koca bulan yurdum lubunyalarının kendi geçmişlerine bakmadan söylenenlere aman sen de kıskanıyorsunculuk oyununu kurmaya merakı epey fazla ve benim psikolojik olarak bu oyunların herhangi bir parçası olmaya şu anda arzum, isteğim, mecalim ve gücüm yok. Halbuki bir kaç günlüğüne ziyarete gelinip aylarca atılan mitillerden ve parmağa takılan yüzüğün o parmağa girene kadarki hikayelerinden haberdar durumdayım.
Malesef, öyle yada böyle, isteyerek yada istemeyerek.
Tamam, hepiniz inanılmaz büyük bir tutkuyla ve benzersiz bir aşkla hayatınızın en mutlu dönemlerini geçirip dertlerinizi hayatta kalmaya çalışmaktan akşam ne giyeceğinize ve hangi sushiyi hangi sosa bulayacağınıza evirdiniz.
Burada Sibel C gibi içten gelen bir arzuyla haykırarak söylüyoruz: Alkışlar alkışlar.
Adresimi vermiş bulunduktan bir kaç gün sonra ucuz dijital baskı ve muhtemelen pinterest üzerinden bağırta çağırta bulunarak editlenmiş low-quality bir kapakla ciltlenmiş, bir tık büyütülmüş harfleriyle geniş tutulmuş satır aralıklarıyla sayfa sayısı optimal derecede arttırılmış bir gönül yarası metrukesi tarafıma ulaştı.
Kitapla birbirimize birer gönül selamı çaktık.
Klasik anlamda parayı bastırıp bin tane bastırdığın ve çeşitli kelime
oyunlarıyla düzenlenmiş, yazara yazdığı şeyi kendi eliyle teslim etmiş olmaktan başka hiç bir kazanç getirmeyen tek taraflı bir kontrat il ve üzerinden hiç bir şekilde para
kazanamayacağı klasikleşmiş bir kağıt israfıydı. Canım benim.
Aman ne kadar da özel, ne kadar da kıymetli, ne kadar da dokunaklı bir eser.
Evimdeki küçük kitaplığımın en güzel yerini işgal edecek, eseri haftada en az bir kez çıkarıp çıkarıp okunmak isteyecek, bilimum sayfalardaki en özel cümlelerin altını fosforlu fosforlu kalemlerle çizip gözümden yanağıma akıttığım bir damla göz yaşının tuzunu dilimde hisserken uhrevi alemlere dalacaktım.
Gören de yeni bir Orhan P yada Murathan M doğuyor ve ülkemizden tüm batıya benzersiz bir ışık yükseliyor sanırdı. Adeta ışık doğudan yükseliyor ve Spotify listemde random olarak Rakkas'ın extended remix'i çalmaya başlıyordu.
Ama but fakat...
Edebiyata, şiire, denemeye, hikayeye, romana yada kurguya dair farkında olmadığımız şey, şu anki haliyle ChatGPT'nin bile daha iyi işler çıkardığı.
Ya da belki ben çok sıkılmışımdır anne tarafıyla içli dışlı olmanın hayatımızın geri kalanını etkileyiş biçiminin bitmek bilmez bir azametle durmadan önüme düşüşünden. Annane ile geçirilen keyifli zamanlar, annane öğütleri, annane poğaçaları ve mutlu mesut geçtiği iddia edilen çocukluklardan.
Neyse. Belki de bütün bu hayatlar öyle yada böyle yaşanıyor yada yalnız geçen acıklı gecelerde bu tür güzel hayaller kuruluyordur. Sonuçta ben de her biri bir diğerinden daha rezil senaryoları barındıran o hamam hikayelerini bütünüyle yaşıyor ve yaşatıyor da olmuyorum. Bir kısmı açık seçik kurna başı hayallerim.
Ya da kim bilir, belki gerçekten içten içe kıskanıyorumdur, dediğim gibi; kim bilir. Yirmi yıldır yazdığıma inandığım kitabımın bir türlü bitemeyişininin, epeydir biriyle doğru dürüst bir ilişki kuramıyor oluşumun hatta istifa edip hayatıma başka türlü devam edemiyor oluşumun tek müsebbebi sanmıyorum ki başkası olsun. Bakın burada öz eleştiri yapıyorum, bazen kendime çuvaldız batırmayı mazoşist bir hazla sevdiğim olur. Burada sizinle bir metre çapındaki bir fiskos masanının iki yanına konmuş bej renkli kirli şönil kumaşla kaplı berjer koltuk dedikodusu yapacak da değilim. İngiltere sarayı mı bura.
Ama birilerinin benim de planlarım arasında olan hayalleri gerçekleştiriyor ve bunları hayat hanelerine birer başarı olarak yazıyor olmaları bir şekilde beni telaşlandırıyor.
Sanırım artık yalnız ölmekten korkmaya başlıyorum; bu da zaten herkesin başından geçen tatsız bir hikayenin başlangıcı...
Kıskanç karı.
YanıtlaSilBu durum bence de böyle tanımlanırdı ya. Kendime itiraf edemedim ama, evet sanırım acık kıskandım. Asadsfafasfas
Sil