Çok lüks yaşadığım hayatıma eşlik eden yüz yüze dedikodu deneyimleri, kıyaslamalarım ve zorunluluklarıma alternatif seçenekler

Çok lüks yaşadığım hayatıma eşlik eden yüz yüze dedikodu deneyimleri, kıyaslamalarım ve zorunluluklarıma alternatif seçenekler

Çok lüks yaşıyorsun bu hayatı diye aklı sıra beni sınıfsal bir cendereye sokmaya karar verdiğinde masamda içi buzlu suyla dolu bir adet 0.7 lt'lik Stanley su şişesi, bir adet Venti Starbucks termosu, kulağımda Buds2 kulaklığım, ayağımda bin bir türlü yemin ettikten sonra yine de sipariş etmekten geri duramadığım Beymen'in yeni sezon deri loaferlarından biri, ve gözümde de Tag Heuer'in, Frankfurt havalimanında bulunmuş ve Lufthansa ile kod paylaşımı yapmış bir SunExpress uçağına bağırta çağırta verilmiş kırmızı çerçeveli bir modeli vardı.

Kulağımda ise Zuhal Olcay'ın İki Çift Laf albümü çalıyor; sıra Olsun'daydı.

Olsun'du.

Zaten bütün bu eşyaları anı olsun diye biriktiriyor falan değildim.

Muhabbeti sus köpek, çalış ve önündeki işe bak diye kısa kesip bitirebilirdim, istemedim.

Halbuki anı biriktirmek gibi bir niyetim olsaydı tıpkı tatil dönüşündeki gibi, yol üstündeki bir benzinliğe çeker ve akla hayale gelmeyecek bin bir türlü hijyen malzemesiyle temizlenerek bunula sanki çok matah bir şeymiş övünen benzinlik markasının tuvaletinde yaptığım gibi, kamyoncuların sekse susamış kalın, bir an önce gelmeye odaklanan ve mümkün olan her an taş gibi dimdik aletlerinin birini ağzımdan çıkarır birini ağzıma alır; hatta iki tanesini birden alır ve buna alışmamak için kendimi abuk subuk şeyle teselli etmeye gayret ederdim.

Hamam sonrası pişmanlıklarımdan zaten haberdarsınız.

Biraz daha elit ve güncel bir örneklemle dikkatinizi birbirinden ilginç hamam hikayelerimden almam gerekirse eğer, mesela yeni bir ayakkabı alışveriş gibi.

Gerizekalının teki bardağımı kullanmış canım ya dedim mümkün olan en samimi şekilde.

Sanki bardağımı kullananın kendisi olduğunu bilmiyor da onu kendime çok yakın görmüş ve ona bir sırrımı açıveriyormuş gibi yaparak, mümkün olan en uygun dozdaki samimiyet belirtisiyle.

Sevgileri yarına bırakıp bugün yeni bir şeylere daha tahammül etmek zorundaymıştık. Adeta ortak bir dedikodu malzemesini kimseye pay etmeye gerek duymadan bölüştüğümüz bir piyango gibi sahiplenmiş ve aynı ortamda bulunmak zorunda kaldığımız ve iğne ucu kadar hazzetmediğimiz bireylere yönelik yeni bir eğlence mekanizması olmuştu arkalarından konuşmak.

Tek farkı, onunla onun dedikodusunu yapıyordum ve bu, teknik olarak dedikodu sayılmazdı. Birinin suratına söylemek istediğim şeyleri evrenin belirsiz bir noktasındaki bir nirengiden sektirip tam da bir kaç santimetre uzağımdaki birine söyleyiveriyordum.

Biliyordum ki, her ne kadar yüzüme söyleyemeyen de kıçımla muhatap olur diye ortalıkta patlak ayakkabılarımdan yansıyan görüntümle gurur duysam da, sırtımı döndüğümde aynı muhabbetler benim için de çevriliyordu.

Bundan rahatsız mıydım, hem evet, hem hayır.

Bu hayata bir kez geliyorum zaten diye devam ettim şimdiye kadar reenkarnasyon ve türevleri hakkında saçmaladığım onlarca şeyi bir anlığına yok saymaya karar vererek. Samsung Watch 5 Pro'mu alırken de benzer bir hikayeyle kandırmıştım kendimi. Hikayenin en ilginç yanı, kum beji değil de siyah renkli kordonla satılan bir ürün bulmuş ve üstüne bir ara bin lira daha veririm diye plan yapmıştım.

Yükte ağır pahada hafif şeylerle uğraşmaktansa artık bir kere alıyorum ve uzun süre kullanıyorum dedim içten bir yükselmiştir hâliyle. O sırada içimde bir yerlerde akşam yediğim yarım kavanoz jalapeno biberinden geri kalanların savaşı vardı. Yükte hafif dediğim şey bir adet Starbucks porselen fincanı ve Stanley'in su termosuydu aslında.

Bu dediğim ayakkabılarım için geçerli bir çıkarım sayılmazdı gerçi. Ayakkabılara ayırdığım bütçem her geçen gün artıyor.

Ne deseydim acaba ya? Brain storm time.

senin o bakımsız ağzının değdiği bardağı bir daha kullanmaktansa hamam suyu içmeyi tercih ederim ile rastgele bir kamyoncunun ağzıma arttırması bile daha sağlıklı görünüyor arasında gidip geldim.

Aslında söylemek istediğim tek şey, istisnasız şekilde hepsinin birer pislikten ibaret oldukları ve ofisin dışında onlarla görünmektense hamam çıkışı platonik aşk yaşadığım bir adama yakalanmayı tercih edeceğimdi.

Tabii, böyle bir durumdan hepimizi tanrı korusun. Hamam dışında platoniğe basılmaktan bahsediyorum.

Sonuçta kim ister ki yakası pahalı bir kurdele ile boydan boya kaplanmış büyük beden bir Tom Ford takımın içinde hayaller kuruduğu bir adama umumi bir banyodan çıkarken yakalanmayı?

Düşmanımın başına bile istemem.

Ya da bir daha düşündüm de, sanırım isterim.

Ya belki şeyi düşünmeliyim, o saatte onun orada ne işi varmış?

Yazmam gereken bir kitap, üzerinde çalışmam gereken bir kaç marka ve bunların modellemeleri dururken yine geldim size laf anlatıyorum.

Bu da aslında size gösterdiğim değerin bir dışa vurumu. Yalaka, mendebur bir muhasebe personelinin üst yönetime yaranmak için attığı kırk iki buçuk taklayla ilgisi yok ama.

Buçukuncu taklada da boynu kırılıyor zaten mendeburun. Hikaye de böyle bitiyor.


Yorum Gönder

0 Yorumlar