Köhne bir koltukta başlayan maceramızda ikinci raunddaydık. Kalacak yerim yok demişti ve ben ilk raundu kazanmıştım: bu gece bende kalsana.
Düşündü önce. Kaz ayaklarıyla dolu gözleri sağa sola kaydı bir kaç kez, sonra bir an için gözlerime kaydı kahverengi gözleri. Tamam dedi, yüzüne yerleştirdi bir gülümsemeyi.
Konuştuk bir çok şey üzerine molada çişlerimizi yan yana pisuvarlara yaptıktan sonra. Karlı ve sisli çam ormanlarının arasından geçip giderken tadı berbat olan bir kahveyi paylaşıp onun üzerinden ortak beğenilerimizi keşfetmeye çalıştık.
Ne halt yemeye gidiyordu deniz kenarındaki şehre, merak işte. Sorgulama taktiklerimin tümünü uyguladım gri saçlarının üzerinde. Evlenmiş, çocuğu olmuş ve boşanmış. Klasik Türk erkeği bir yerde. Fonksiyonları tam ve halen kaybedecek şeyleri var. Yasak meyve her zaman tatlıdır.
Otobüs yaşadığım sitenin önünde ikimizi valizlerimizle birlikte attığında gece yarısını çoktan geçmişti saat. Soğuk bir yel esiyordu denizden, üç tane binanın arasından hissedebiliyordum kokusunu. Deri ceketinin yakasını kaldırıp valizinin kulbunu çekmeye başladı. Gayri ihtiyari önce sağına baktı, yolun ortasına geçince de soluna. Yolun karşısına geçtik beraber. Siteye girdik ve bizi bıkmadan usanmadan kokmaya devam eden bir parça yasemin salkımı karşıladı. Asansördeyse hala bana rahatsızlık vermiş olmaktan korktuğunu söylüyordu, elimi boşver der gibi salladım. Altı üstü bir kaç saat uyuyup gidecen. Gülümsedi yine, başını salladı evet derecesine.
İyi ki evi barkı toplamışım çıkmadan dedim içimden. Böbürlendim gizli gizli. Pırıl pırıl parlayan yıldızların ışıkları ve denizden buram buram tuz kokusu eve dolarken girdik içeri. Ayakkabılarını çıkardı girişte, içeri al dedim. Konçlarından tutup çekti kapının yanına siyah botlarını. Sonra ceketini çıkarıp astı vestiyere. Terlik verdim koyu gri çoraplı ayağına. Parmaklarını geri çekti, üşüdüğünü anladım. Geçirdi terliklerini ayağına. Salona buyur ettim, elektrik sobayı yakıp karşısındakiyumuşa koltuğa buyur ettim. Çünkü evimdeki tek sağlam şey oymuş gibi görünüyordu. Çekindi ama oturdu. Gülümseyen yüzüyle bana bakıyordu iki büklüm. Bakışlarına kaçamak bir ifade taksa da gizliden gizliye kestiğini hissediyordum gözleriyle. Göğsünden tutup arkasına yaslanması için itekledim. Avuç içleri açık olduğu halde yaslandı arkasına. Kalbi ne güzel atıyordu.
Eve gelmiş misafire çay - çorba bişey ikram etmek adettendir. Sormadan çay suyu koydum, otobüste sürekli çay içmişti çünkü. Küçük salonun camları buharlanırken ben bu sefer banyodaki odun sobasını yakıp yanına oturdum. İyi ki bir kova odunu hazır etmişim. Koltukta yan dönüp camdan dışarı dalmıştı yorgun gözleri. Gelince kopardı kendini hayal dünyasından. Göz göze geldik. Yaşlı vücudunun içinde gencecik bir erkek vardı ve tüm ihtirasıyla atıyordu yüreği.
Banyo birazdan hazır olur dedim gözlerine bakarak. Ardı ardına kırptı gözlerini. Merak etme dedim, birlikte girmiyoruz. Muzipçe güldü, rahatladı. Sonra valizinden bir kaç parça bir şeyler çıkarıp kendini ılık bir suyun aktığı sıcak ve buharlı banyonun içine, tazyikli suyun altına attı.
Beklenmedik bir alışkanlık olarak her yolun sonunda kendime domatesli, beyaz peynirli ve fesleğen ya da naneli tost yaparım. Yol yorgunluğunu attırır, kendimi rahat hissettirir. O, duşun altında muhtemelen kendini eliyle tatmin ederken ben ikimize birden yarımşar tost hazırlayıp çayın yanına taze domates ve salatalıkla servis ettim. Belinde ona verdiğim havluyla çıktığında ona gösterdiğim müsamahanın gerçekten fazla olduğunu düşünüyor olabilirdi. Bu arada, havlu beline dar gelmişti ve işin aslı, ona gerçekten çok fazla müsamaha gösteriyordum.
Odada gereğinden fazla oyalandı. Sürekli valizinden birşeyler arıyordu. Fermuarı açıp kapatma sesleri sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Onu yanımda istediğimi hissettim. Kalkıp odaya girdim, üzerinde beyaz bir kilotla oturuyordu yalnızca. Üşüyordu. Görünce önünü kapattı. Sanki yabancı vardı, gülümsedim, gülümsedi. Bakışımı kaçırmadım önünden, ne arıyorsun saatlerdir? Abartılarım hoşuna gidiyordu aslında.
Pijama giyme alışkanlığım yok da benim.
E pijamasız otur?
Üşürüm, ayrıca sana ayıp olmasın?
Kalk hadi tostunu ye.
Geçerken ona kendiminkilerden bir takımı verdim.
Üzerinde beyaz bir atlet ve üzerinden düşen gri bir eşofmanla karşımda oturuyordu. Iki büklüm, her an kalkacak gibi. Rahatlasana be adam! Karışık gri saçları ve uykulu kahverengi gözleriyle öylesine tatlıydı ki. Tabii onu böylesine tatlı bulduğumu henüz bilmiyordu. Ya da fark etmemiş gibi davranıyordu.
Yorgunduk. Hem yolun hem yılların yorgunluğu vardı üzerimizde. Gözleri kapanmaya olduğu yerde uyuklamaya başladı. Kalk dedim, yerin hazır. Emir kiplerimden rahatsız oluyor muydu acaba? Uyuyacaksan orada uyu, Marş marş! Soyunup dökündüğü odadaki yatağın ucuna oturdu ben kendime yatak yorgan bir şeyler çıkarırken. Oturduğu yerden sordu, cılız bir floresan aydınlatırken beyaz boyalı odanın içini, sen nerede uyuyacaksın?
Salonda tabii.
Salonda kanepe bile yok ki?!
Tanrı misafirisin oğlum (koca adama oğlum demem yüzünde çiçek açtırdı), seni mi yollayayım salona?
Beni gerçekten genç mi sanıyorsun?
Nereden çıktı şimdi bu soru?
Bilmem. Oğlum deyince. ..
Gülümsedim. Kıvama geliyordu, gerçek yüzünü görebiliyordum.
Mahçup mahçup uzandı yatağa. Ellerini başının altına aldı, bir an için göz göze geldik. Ne o? Iyi geceler öpücüğü mü istiyorsun?
Kıkırdadık. Eğildim, çekmedi kendini. Kulağının altından öptüm. Mis gibi kokuyordu. Bacaklarımın arasında bir hareketlenme oldu, görmedi. Omzuna dokundum atletinin üzerinden. Taş gibiydi. Oo, senin omuzlar da kazık gibi?
Yaşlılık...
Kalk kalk otur bakayım. Çekmeceden kremi alırken gözü kaydı kayganlaştırıcıya ve çilekli kondomlara. Omuzlarını da ovduk koca bebeğin, mışıl mışıl uyursun artık.
Bana o kadar iyilik yaptın, içim el vermiyor içerde uyumana. Burada benimle uyuyabilirsin aslında.
Nasıl olacak ki? Sığmayız.
Ben sana sokulurum. O zaman sığarız.
Tek kaşım havada ne diyorsun sen yahu der gibi baktım. Ellerini kaldırdı. Tamam, sadece bir öneriydi.
Bense nasıl yapsam da dünden razı değilmişim gibi davransam diyordum...
Eleman bildiğin "e yapış artık küçük yol arkadaşına" demiş ama sen çok alttan almışsın. Ellerini başının altına koyduğu an anlamalıydın "hazırım" dediğine :P
YanıtlaSil