Bazılarımız evlere kapanmış haldeyken bazılarımız ellerinde ucuzluk marketlerinden edinilmiş kirli ve buruşuk poşetlere attıkları bir kaç ekmekle birlikte sokaklarda, ana caddelerde hatta parklarda piknik halinde. İki somun ekmekle parkta yürüyüş yapanlar var.
Yemek yemekle ilgili en temel mekanlardan olan esnaf lokantaları salgın (?) nedeniyle kapalı fakat Uludağ'daki otellerde kayak yapılabiliyor, akşam partileri düzenlenebiliyor.
Sokakta, dükkanının önünde sigara içiyor diye kolluk kuvvetleri tarafından hayvan azarlar gibi azarlanan insanlara karşılık aynı işi kapalı mekanlarda keyfince yapanları görüyoruz.
Hayatın neden acımasız dengesiz olduğunu, herkese karşı eşit mesafede ve adil olmadığını işte buradan görüyoruz, en basit ve net haliyle. İkircikli bir gündemle başbaşayız, adeta basit bir mahalle kavgası gibi.
Mesela halen kültür turları düzenlenebiliyor sağa sola fakat eğer para harcamıyorsan haftasonu evden çıkman yasak. Uludağ'a filan çıkabiliyorsun ama sahile gidip iki satır bir şey okuyamıyor ya da azıcık temiz hava alamıyorsun.
Toplumsal dengelerimizin arası neden bu kadar açık?
O zaman esnaf da kendi içinde sıkı bir şekilde organize olup açsın dükkanını filan. Birlikten kuvvet doğar, kapatmaya gelince dirensinler, ceza yazınca ödemesinler. Var mı böyle bir dünya? Birileri dışarıda, bazı işletmeler açık bazıları da kapalı.
Ne bu, toplumun bir kesimine ceza mı veriyoruz?
Terziye gideceğim, kadın dükkanını açamıyor. Ne ayak?
Bu ülkenin başından şahit olduğumuz ya da olamadığımız bir sürü vasat, kalitesiz, pis hatta iğrenç insan geçti fakat, hiç birisi ülkeye ve orta - uzun vadeli geleceğine şimdiki kadar zarar vermedi.
Ekonomik toparlanmayı sağlamak için her adımı ivedilikle atmamız gerekirken bitmek bilmeyen bir belirsizliğin tam ortasındayız. Bu belirsizliği dağıtmak için yapılan hiç bir şey gözle görülür değil. Adına yeni normal denilen ama geçtiğimiz seneki denemelerin bize bu durumun sadece "göstermelik bir çaba" olduğunu açık seçik şekilde gösterdiği normalleşme hareketlerine başlamanın temel taşlarından birisi de aşılamanın başlaması görünüyor.
Ama yanıtını vermemiz gereken en büyük soruların başında aşıların nerede olduğu da var. Çin'den İstanbul'a sefer yapan yolcu ve yükleri aynı anda taşıyabilen,menzili uzatılmış karma uçaklarla aşı geldiği beyan ediliyor fakat bunların kime ve hangi koşullarda yapıldığı, açıklananların aksine çok net ve görünür değil.
Kaldı ki aşılanmamızın ardından hemen hiç bir şey eskis gibi de olmayacak. 45 gün sonrasında aktif korumanın sağlanacağı belirtiliyor ki ikinci dozun da yapılması gerekecek.
Bu işin ağır hantal ve iktidar kavgasına tutuşularak halledileceği yok gibi görünüyor. Bir an önce aşı için ithalat izinleri çıkarılmalı ve özel şirketlerin de dünyanın farklı yerlerinde üretilmiş aşıları ülkeye getirmesinin önünün açılması gerekiyor ki ivedilikle aşılama yapabilelim.
Düşünsenize bir, sabahları erken kuşakta tv programı yapan insanlar çağrı yaparak milyonlarca lira toplayarak çeşitli işlerde kullanabiliyorlar. Neden aşı için bir "askıda aşı" kampanyası yapmak için çağrıda bulunmasınlar?
Ciddiye alarak işi hızlandırmalı ve en azından ilkbahara ekonomiyi yeniden canlandırmaya başlamalıyız.
0 Yorumlar