Bir gün gelse de...

Kendi çapında bir şeyleri yazan çizen, hayal kuran ve ardından onları bozan birisi olarak Haruki Murakami ile tanışmamın böylesine geç olması baştan beri benim kaybım, kabul ediyorum. Geçmişte yazılıp da günümüzde düşen telifi sebebiyle oldukça yaygınlaşan ve bir şekilde gecikmeli de olsa raflarımıza girmeyi başaran kitapların bangır bangır bağıran gelecek vizyonlarının aksine, Haruki Murakami'nin orada bir yerde sessizce keşfedilmeyi bekleyen kendi vizyonlarıyla tanışmak oldukça ilginç.

Haşlanmış Harikalar Diyarı'nı okuduğum şu günlerde - ki gümrükten çekilmiş malları satan bir yerden aldığım Kindle Paperwhite kendime yaptığım en iyi yatırımlardan birisi sanırım - kendimi baş karakterle oldukça yakın hissediyorum. Onunla birlikte aynı boşluğun içinde yuvarlanıyoruz gibi geliyor ve hava ne kadar hâlen aydınlık ve güneşli olsa da cılız bir sonbahar güneşinin pekte ısıtmayan solgun sarı zerreleri altında hayatımıza anlam katmaya devam ediyoruz.

Daha önce duygularımdan arınmayı başardığımı yazmıştım; bu bana başta iyi bir şeymiş gibi göründü. Kimseye bağımlı olmadan yaşamaya gayret etmek, bir trene binip de Foça'ya yada Şirince'ye giderken kimseye sorma ihtiyacı hissetmemek, salonun ortasında, tuvalette yada işten geldikten sonra bir yanı cama dayanmış koca iki kişilik yatağın içinde koyu renk gri takım elbiseyle mastürbasyon yapmanın ferahlığını yaşamak...

Ve bunun, dedemin ve babannemin memleketinin ara sokaklarında kısa bir gezintiye çıkmışken tıpkı o kitaptaki kahramanın başına gelen şekliyle gölgesiz kalmaya eşdeğer bir yalnızlık olduğunun farkına varmak.

Kabul etmem gereken şey, artık hayatın Pom'un yada Kurabiye'nin beni terk ettiğini anladığım andan itibaren onlarsız daha yavan ve yalnız geçeceği öngörüsüne sahip olmak değil de bakalım bu ayrılıklar bize neler öğretecek mertebesine ulaşmış olmayı başarmak. Bu iyi bir şey; ama okuyamamak, yazamamak, çizememek, gidememek, koklayamamak, hissedememek yokluğunu kolaylıkla dolduramayacağımız şeyler. Tipik bir söylediğim kadar söylemediğim şeylerin de olduğu bir ruh hali.

Yalnızlığı, yalnız olmayı bazen seviyorum, ama yalnız hissetmek konusunda hala hayatımın bir yönüyle çelişkiler içindeyim. Ve evet, yalnız ölmekten hâla çok korkuyorum. O gün yanımda ne annem, ne babam, ne çok sevdiğim az sayıdaki akrabam yada arkadaşımdan birisinin olmayacak olmasına şimdiden üzülüyorum. Erken gidişin de bir tercih olabilmesini çok isterdim.

Şu anda okuyamıyorum, okuğumu yarım yamalak anlıyorum, yazamıyorum, dinleyemiyorum, tahammül edemiyorum. Hayatımın bu aşamasında sabah kalktığımda acaba hangi ayakkabıyı giysem diye düşünmek yerine bugün kendime, çevreme ve daha sonra da etrafıma ne gibi bir faydada bulunsam diye düşünmek istiyorum.

Bir gün gelse de bunların bütününe yeniden sahip olabilsem.

Yorum Gönder

Copyright © xCoach. Designed by OddThemes