Masada yeşil çayın dumanı yükseliyordu, bense benden vazgeçmesin istiyordum.

- Bugün katalog çekiminde bize eşlik edecek manken gelecek Kenan Bey, saat 10'da bir tanışma toplantısı set edildi. Siz de katılmak ister miydiniz?

- Evet; geleceğim ben de. Teşekkür ederim, görüşmek üzere.

Camekanlı kapıdan içeri girdiğinde, gelecek olanın Instagram'da her gün fotoğraflarını görüp bazen de likeladığım adam olduğunu bilmiyordum tabii ki. Yine eften püften birini az bir paraya yollamıştır ajans diye geçiyordu kafamdan. Ajansı da değiştirmem lazım bir ara. Gözüm cep telefonumun not uygulamasına takıldı. Orada yapılacak bir sürü şey birikmişti. İçeri girdiğinde simasını tanıyor olmanın verdiği tanışıklık hissiyle gülümsedim, göz göze geldik; o da gülümsedi. Lacivert ceketinin içine giydiği çizgili gömleği ve gri pantolonu ile çok zamansızdı.

Benim geçip giden ömrüme rağmen o sanki zamana demir atmıştı.

Toplantının ortasında Sizi türk markası olduğunuz için kabul ettim dedi. Adı Selim'di, biz onu Stéphan olarak da biliyorduk. Belçika'da doğan ikinci nesildendi.  Türkleri ve Türk markalarını seviyormuş; bizim ürünler de çok kaliteli görünüyormuş. O ceketlerle ayakkabıları ürettirmek için kaç takla attım ben biliyor musun? Bilmiyordu tabii.

Pazarlama bölümüne de gideriz belki diye, bizim bölüm sekreterine mesaj attım, ortalığı toparlayın, birikmişleri kaldırın, odayı havalandırın.

Ürünleri üzerinde tanıtacağımız manken beyle bazen göz göze geliyoruz, Selim'le. Yoksa Stéphan diye mi çağırsaydım? Avrupa havasından mütevellit olmasına bağlıyorum bana baktığında gülen gözlerini. Aşkından parlamayacağını bilecek kadar yaşlı ve yorgunum. Gözlerimi kaçırmıyor, aksine o derinliğe daha fazla dalıyorum. 

Toplantının sonunda üretim ve pazarlama birimlerini gezmek üzere fabrikada dolaşıyoruz. Laf lafı açıyor, hiç görmediğim Avrupa'dan, Türkiye'nin halinden, gelecekten konuşuyoruz. Gördüğüm herkese Avrupa'dan Türkiye'nin nasıl göründüğünü sormak yerine bu sefer Türkiye'den Avrupa'yı nasıl görmek istediğimi anlatmak istiyorum. Belçika'da, yaşadığı şehirdeki kafeleri anlatmasını istemek istiyorum; oradaki çikolataların tadını merak ediyorum, hatta çeşmelerden gerçekten bira akıp almadığını sorup cevabını öğrenmek istiyorum. Ama soramıyorum. Nihayet dolaşmayı bitirip ondan tam olarak ne istediğimizi anlatmak üzere ofisime geçiyoruz. Özel olarak ürettirdiğimiz ceketleri, pantolonları, tonlarının üzerinde epeyce uğraştığım gömlekleri, takım elbiselerle uyumlu çorapları ve ülkedeki en iyi ayakkabıcılara ürettirdiğim ayakkabıların olduğu odama... Hemen hemen hiç birine param yetmeyecek durumda. Ama olsun.

Benim ofisimde yalnızken, önümüzde birer yeşil çay kupası dururken camdan dışarı bakma maksadıyla koltuğumun arkasına geçiyor ve dışarıyı seyrediyor. En azından, ben öyle sanıyorum. Ödem atmam gerektiğinden, göbeğimin büyüklüğünden ve nasıl olacak da bunlardan kısa sürede kurtulabileceğimi düşünüyorum istemeden. Gardım düşüyor, gözlerim bulanıklaşıyor. Fark ediyor mu bilmiyorum. Bilgisayarımın ekranında yanıp sönen bir Whatsapp mesajını okumak üzere kısa süreliğine ortamdan uzaklaşıyorum.

Nefesini kulağımın yanında hissettiğimde irkiliyorum. Kokluyor. Çekinmek değil, utanmak değil. Ne yapıyorsunuz beyefendi değil. Ya biri görürse endişesi. İtekliyorum elimin tersiyle; ama Avrupa da ve Amerika'da böyle olabiliyor diyor. Kafası karışmış ve biraz da kendini çekmiş haliyle.

Gülerek Türkiye'deyiz diyorum. Birbirimizi çok iyi anlıyoruz. Konuyu değiştirme ihtiyacı hissediyorum. Tabii bir yandan da bacaklarımın arasındaki sertliğimi yumuşatmam. Ben sizi Instagram'da takip ediyorum, beğeniyorum da. Teşekkür ediyor. Ben elimizdeki bir işle ilgili çok kısa bir süreliğine yan odaya geçeceğim, hemen geliyorum deyip diliyorum odadan. Masalarımızda yeşil çaylarımızın dumanı yükseliyor. Evlilik yüzüğünü taktığı parmağındaki kalın altın yüzüğünün takılı olduğu eliyle bardağı kavrayıp çayından küçük bir yudum alıyor. Yutkunurken onu seyrediyorum. Aşık olma Kenan. Sakın yapma.

Odaya döndüğümde onu bir yere çıkmaya hazır hissediyorum. Sanırım gidiyor ya, tüh.

Birlikte dışarı çıkalım mı? Biraz hava almış olursun hem de. Seni daha yakından tanımak isterim. Benden vazgeçmediğine seviniyorum, kendime olan güvenim yerine geliyor. Ne yapacağımı bilemez haldeyim. Bir yanım al çantanı çık git diyor, öteki yanım işler ne olacak?

Çantamı aldığım yere geri koyuyorum, matbaaya yollamam gereken işler var. Gözlerinde sönen mumu görüyorum. Eski parlaklığı yok. Bu sefer vazgeçti sanırım. Ceketinin yakasından görünen mavi çizgili gömleğini düzeltiyor ve kapıya doğru ileriyor. Sanki benzer bir hızla geriye çekiliyorum; onunla Avrupa'da olmak...

Burada bitmedi Kenan Bey, bana kahve borçlusunuz, iyi bir yer biliyorsunuzdur umarım.

Saatimin alarmıyla uyanıyorum. Gün doğmaya başlıyor, pişmanlıkla keşke onunla bir kahve içmeye gitseydim diyorum.

Yorum Gönder

Copyright © xCoach. Designed by OddThemes