Cafe Inevitable |
Hemen hemen hepimiz hayatımızda öylesine çok şeyi öylesine büyük bir açlıkla ve doymak bilmez bir hevesle sahiplendik ve öyle derin anlamlar yükledik ki mükemmelleştirmeye çalıştığımız bu şeylere, artık sahipsiz kalkmış, metruk halde ve kendi kendine öylesine durup duran ve akıp giden zamanın içinde sessizce bekleyen her şey ilgimizi çekiyor burnumuzun direğini sızlatıyor. Eskiyi hatırlıyor ve o güzel günlerin hayalinin hoşluğuna kapılıp gidiyoruz gözümüzde akmaya hazır bir damla yaşla.
Ambiyans ve içerik olarak mümkün olduğu kadar standart hale getirilmiş yerlerle sadece kendine özgü bir havası olan yerleri kıyaslayın kafanızda. Artık hangisinde olmayı tercih ederdiniz?
İşte bu yüzden Kemeraltı'nın birbirine geçmiş sokaklarında dolaşmayı ve Alsancak'ın, Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nin üst kesiminde kalan dar sokaklarında olmayı seviyorum. Muhtemelen İzmir'deki geleceğim bu muhitlere yakın bir yerlerde olacak hatta.
Fotoğraf Paris'ten fakat; hayaller ve hayatlar. Hayaller Paris'ten, hayatlar İzmir'den.
Dünyanın geçirdiği tüm zaman dilimlerinin çoğunda olma isteği gibi bir şey sanırım bu. Hiç bir zaman ilk çağda olmak istemedim ama Orta Çağ'ın o kendine has egzotik kokusunu burnumda hissetmek bana çok iyi gelebilirdi bir süreliğine. Sonra yeniden bugünün İzmir'ine gelmek isterdim sanırım.
Buraya bir de tam Şebo'nun "eski" şarkısını sıkıştırmak iyi olurdu, değil mi? "Yüz yıllık haç gibisin" filan.
Benim eskiden kalmış olan ama eski olmayana karşı olan ve çekimine karşı koyamadığım şeylerin temelinde de bu var. Ben de dahil olmak üzere etrafımdaki bir çok kişide olan daimi sahip olma ve ondan çok çabuk sıkılma halinden arınmaya çalışmam ve sığınacak bir liman bulmaya çalışmam.
Belki de bu nedenle en az bir geceyi Kemeraltı'nda geçirmeyi ve orada okunan bir akşam ezanından sonra şehrin sessizliğe gömülüşünü izlemek istiyorum.
0 Yorumlar