Mütemadiyen kaostan, kavgadan, polemikten ve basitlikten beslenen ben için Ankara'lı çikolatacının içler acısı haykırışlarını, plaza ağızlarıyla çıldırışlarını okumak ve olayları ateşe körükle giden sıradan bir felaket tellalı gibi takip etmek inanılmaz büyük bir keyif verdi.
Hatta bir arada gecenin bir yarısı yolladığı instragram postlarından yüzüme tükürüklerin falan sıçradığını hissettim, öylesine büyük bir karmaşa, öylesine büyük bir kaos, kapsamlı bir şekilde havada uçuşan renkli kuş tüyleri, peruklar ve yarın birbirinin yüzüne yeniden bakmayacakmış gibi küfür kıyamet lubunyavâri ağız dalaşları.
Bütün bunlar içten içe çok sevdiğim, takip etmekten gizli bir haz duyduğum ve yeri geldiğinde de -haklı tarafta olmak şartıyla- son derece severek içinde yer aldığım aktiviteler, özellikle ofisteki geçkin ve pişkin bağyanları yolmam gerektiğinde.
Teknik olarak baktığımızda olayın çözümü aslında çok basit;
Ürünün parti numarasından yola çıkarak ürünün tedarik zincirini takip etmek ve ürünün paketinin nerede açıldığını ve küflenmesine neden olduğunu kapsamlı bir şekilde tespit edip bir daha olmamasını sağlamak için elimizden geleni yapmak.
Sonrasında hatalı ürünün gittiği son kullanıcıya üretilen tüm çikolataya bandırık ürünler gamından koca bir buket yapıp içine sevimli bir özür mesajı da ekleyerek gönderici ödemeli kargo ile teslim etmek.
Situation aslında bu kadar basit.
Düzgün bir iletişim ve insani hallere yakışır bir yaklaşımla bu iş tatlı bir övgüyü hak edebilirdi.
Gören de GİMAT'ta kuru fasülye nohut toptancısısın da malın yeşillendi sanır, ne evinin nemine baktırması. Zaten paketlerin içinden anca 10 tane şey çıkıyor, paketi açtıktan sonra ürünlerin küflenmeye zamanı bile yok, kahvenin yanında yiyorsun ve bitiyor.
Neyse, şimdi çok da şey yapmayayım da avukatlarını bana da yollamasın.
Bu olayda avukatlık ne varsa. Avukatlarımız sizi ararmış. Madem olayı kendin çözmeyi seviyorsun, avukatlar ne iş o zaman?
Buradaki asıl hikaye biraz da CEO koltuğunda oturan insanların boş vakitlerinin fazlalığına geliyor. İnsana sorulması lazım senin sosyal medyada trollük yapmaktan başka işin yok mu diye. Belli ki yokmuş. Bir de zaten böyle kontrolsüz şekilde büyürken artık kendi işimizi kendimiz görmeyi bir meziyet saymak yerine takım oyununa, işi iletişim olanlara ve kriz yönetiminde iyi olanlara bırakmak da en doğru görüneni. Sonuç itibariyle artık mahalle arasında üzerine nişasta serpip kutuya attığın lokum atölyesi çalıştırmıyorsun.
İnsanlara üstten üstten çemkirmenin de devri geçmedi mi artık ya like bu senaryo? Öyle yada böyle, er yada geç biz tüketiciler / çalışanlar / işçiler / orospular / fahişeler / kaltaklar size bizimle nasıl konuşacağınızı, bize nasıl davranacağınızı böyle böyle öğreteceğiz.
Neyse ya, bana neyse.
lol
0 Yorumlar