Yepyeni, bitmek bilmeyen ve geçmişte yaşayanların anlatıklarına bakarsak, daha öncekilere benzemez bir krizin ortasında, instagram'da, biraz daha büyük ölçekli bir kitleye hitap etmek gerekirse Youtube'da yada iş dünyasına yönelik iflah olmaz bir zaman ayırmış olma halini yansıtan bir beyaz gömlekle Linkedin'de canlı yayın açıp "kalkın kız, kriz var" diyip ardından da oramı buramı umutsuz, uğursuz ve yoğun bir arsızlıkla sallaya sallaya balkondan atlamama şu kadar kaldı.
Bir aralar bir gün herkes bir kaç dakikalığına ünlü olacak diyorlardı, demek ki benim şanım şöhretim de Seda S. gibi dans ede ede üçüncü kattan düşerken yükselecek.
Ne demiş Sybill Tralawney; birisi yükselirken birisi düşecek.
Bir yandan da bu blogun mümkün olan her bir köşesini de, bir ayının erişemediği koca bir kovan bal misali Volvo EX30 ile doldurmak istiyorum. Zaten çeşitli nedenlerle Türkiye'ye getirmiyorlardı, vergisiydi algısıydı sapıydı püsürüydü derken bundan sonra diğer modellerin de gelmesi hayal olacak gibi. Bunun yerine balkonuma yuva yapmış arılara çözüm bularak geçirdim bütün akşamımı. Umarım vızır vızır rüyalarımı basmazlar.
Sanki hayatımın herhangi bir anında herhangi bir Volvo'yu bir Mercedes CLS kadar arzulamışım gibi, ne çok dram yaptım di mi ayol.
Fakat bir süredir çıkan her yeni modelinden bir tane alarak her gün durmadan bir yenisi ile değiştirmek istediğim bu yeni jenerasyon Volvo'lar içinde, bir tek EX30'la kız kim bilir neler yaparız biz bununla ya diye hayıflandım. Gören de bir çift Fratelli Rosetti'den yada şık ve pırıl pırıl bir Magnanni'den bahsediyorum sanacak. Fakat ben de, arabası günden güne eskiyen her orta gelirli bear birey gibi arabamı daha iyisiyle, daha yenisiyle ve daha güvenlisiyle değiştirmemek için hiç bir gerekçe görmüyorum.
Buradaki tek eksikse sanırım biraz para. Tatile ve yazdığım bir kitapta geçen yerleri solumaya İspanya'ya gitmeye, Amsterdam'dan geçmeye yada Hamburg limanından denize bakmaya nasıl yetecek birikimlerim, bunun telaşındayım. Savaşlar topla tüfekle mızrakla okla olmayacak deniyordu, adeta kapısında manavı, marketi, kasabı hatta erkeklere mutlu son garantili özel saunası olan modern bir hapishanedeyiz de, farkında değilmişiz gibi yapıyoruz.
Tam da kalkın kız, kriz var havası, çıstakaçıstakaçıstak.
Halbuki Ex-Bay-Mini-Gandolfini Avrupa'nın Shangri-La'ya özdeş sularının tam da membağından muhafazakar kesimli şortlarıyla selfieler atar ve neyi nasıl becerdiklerini bir türlü bilemediğim, daha düne kadar sefillikleriyle bünyeme çeşit çeşit ibret yüklemeleri yaptığım yurdum bearları Avrupa'dan -ve hatta Meksika'dan filan koca bulup hayata dair tek dertlerini akşam ne giyeceklerine evirirken, ben hala neyi nerede ve hangi şekilde yanlış yaptığımı sorguluyor; akşama pişireceğim bulgur pilavının içine koyacağım yeşil mercimeğin ortalama kaç dakikada haşlanacağını hesaplıyorum.
Evet artık ben de malesef A4 dendiğinde bir top kağıdın içindeki tertemiz ve üzerine karalanacak olan bin bir çeşitten rezil hikayeyi bekleyen 80 gramlık bir kağıt yaprağını düşünen taraftayım spor bir Audi'yi gözümün önünde canlandırıp kırmızı bagaj kapağının hemen önünde bacaklarımı havaya dikip kendimi kocama teslim etme hayalleri kurmak yerine.
Fakat bence bunun benim ayıbım yada başarısızlığım olmadığını bilecek kadar da özgüven sahibiyim; sonuç itibariyle etrafımdaki herkes bir şekilde bu hayattan alacaklı ve hemen hemen hepimize birileri bir başka ömür borçlu.
---
Bu arada, Kraliçe'nin ex-kocalarından birisiyle tanıştım tesadüfen; karı bir ara tası tarağı toplayıp İzmir'e taşınma hayaliyle yanıp tutuşmuş; 438 teyzenizle birlikte (Tanrı karının günahlarını affetmeyi seçmiştir umarım) zar zor yerine oturtmuştuk.
Bir ara bunu hikayeleştireceğim.
Bu arada, bu dünyadan zamanlı - zamansız göçüp giden herkesi çok özledim.
0 Yorumlar