Kırık porselen kupalar, yahut seramikten replikalar

Evet ben de sıkıldım artık yılbaşlarında hediyesi yalnızca en sona bırakılmış ve en az değer verilen insanlar gibi yol üstündeki herhangi bir yerden alınmış alelade, kalitesiz ve mutfak tezgahından alacağı küçük bir darbeyle bile kırılabilecek kadar ucuz replika seramikten kupa bardakları sanki çok güzellermiş ve daha önce hiç böylesini görmemişim gibi göstermelik bir heyecanla ve sanki dünyadaki en değerli şeylermiş gibi onlara gözüm gibi bakmaya.

Bu sırada göbek taşındayım ve meme uçları pembeleşerek dikleşmiş tellak bir parça ince pamuklu kesenin içine olanca nefesiyle üfleyip Dove marka sabunla köpürttüğü asırlık lifinin kabarcıkarını çıplak vücüduma yediriyor, o sırada eli pek de değmemesi gereken bir yerime değiyor, ikimiz de gülümsüyoruz. Göbek taşının yanından sarkan elim adamın peştemalinin içinde ve iyice traş edilmiş iri taşaklarını avcumun içinde çevirip duruyorum. Ona dair en sevdiğim şey, ne olursa olsun, ne yaparsan yapayım sertleşmiyor oluşu.

Başlı başına bu neden bile evde zaten küçük olan kahve bardağı rafımı bütünüyle boşaltıp yalnızca yalnızca bayramın tekinde İstiklal'dekinden ve ötekini de Mersin'deki Tchibodan aldığım beyaz bardakları geri yerine yerleştirdim. Sonra IKEA’dan aldığım double espresso bardaklarına yer açtım, kalan yerlere de kamptan annemle birlikte yoğun bir çabayla ortak şekilde üçer tane yürüttüğümüz beyaz Güral Porselen yuvarlak ağızlı olanları. Geriye kalanlardan bir iki tanesini yere düşürmek suretiyke kırdım, birini deterjan kutusuna attım, birinin içine toprak doldurup içine sümbül soğanı attım, üç tanesini ofise getirip benden daha dezavantajlı olan yada oynadığı role kendini öylesine kaptırıp edebiyat kasma işini abartan iş arkadaşlarıma sevap point kazanma hedefiyle hediye ettim.

Sen buraya epeydir gelmiyorsun diye sitem ediyor tellak, bir eliyle kalçamı ovalarken öteki eliyle de popomum tam üstünden destek alıyormuş gibi yapıp orta parmağıyla değmemesi gereken bir başka yere daha değiyor. Dudaklarımdan bir inilti çıkıp bacaklarım kendiliğinden aralanıyor ve adam beni Şebo'nun şarkısındaki gibi önce yükseltip ardından buz gibi yere çarpıyor. Tek kulağım köpükten ve biraz da kablosuz kulak içi kulaklık kullanmaktan mütevellik içinde biriken kirlerden muazzam derecede az duyar halde fakat beynimin içinde Dana International'ın Viva la via'sı çınlıyor.

Ayrılıkların her türlüsünün herkes için acı verici olduğunu bilip anlayacak kadar adamın altında geçtim şimdiye kadar, hatta bazılarının da üstünden. Fakat hayattan ve belki de biraz daha özele inip ilişkilerden beklediğim şeyin artık devamlı olarak vermekten (götten değil fesat şey, şurda içimi döküyorum sana) geçmediğini de yaklaşık beş yıldır falan biliyorum.

Çok vakit olmuyor artık bu taraflara gelmeye, yolum düştüğünde geliyorum, özlüyorum seni; başka bir tellakla da aldatmıyorum seni, merak etme. Parmakları kıllı yumurtalıklarımın üzerinde dolaştırmasıyla birlikte hafif bir kasılmayla gözlerim kısılıyor. Baya biriktirmişsin, en son ne zaman oldu diye usulca soruyor, o sırada buhar odasından hamama az önce giren kaslıca genç adam çıkıyor. Tellak biraz ovalıyor beni erkek yapan şeyi, sonra tam boşalma arefesinde bırakıyor. Yine düşüyorum buz gibi taşın üsüne. İki üç gün oldu diyorum küçük görünen büyük bir yalan söyleyerek, halbuki daha sabah olmuştu.

Size bu sıralar ortalama altı ayda bir falan bazı ayrılık nutukları çektiğimin de farkındayım fakat beni yıpratan, artık kanatmasa da acıtan ama bir yerlerde bir izler bırakan şeyleri sizinle değil de kiminle paylaşacağım başka (burada size samimi bir şekilde sarılıp başımı omzunuza yerleştirdiğimi ve kapsamlı bir takım höykürüklere eşlik eden şiddetli bir ağlama nöbeti geçirdiğimi düşünebilirsiniz).

Yorum Gönder

Copyright © xCoach. Designed by OddThemes