Bu indirgeyici tavrının bir sebebi var mıydı diye sordu biraz kırgın, cüretkar ve bir o kadar da benimle ipleri atmaya pek de hazır olmayan bir tavırla.
Tatlım benim, nasıl da sevimli bir kibarlık budalasına dönüştün son beş yılda sen böyle. Halbuki sen eski beni bilsen, o yerden bitme mum bacaklı miki burdan nasıl ağlaya ağlaya arkasına bakmadan gidiyordu söylediklerimi anca bir kaç gün sonra anladığında.
Bundan sonra herkesle hak ettiği kadar, gerektiği gibi ve gerektiği şekilde muhatap olmaya karar verdim dedim dimdik, vakur ve sanki karşımdakinin benimle konuşurken takındığı kırgınlıktan kızgınlığa dönen tavrı görmezden gelerek. Bu da istisnasız her gün kendime verdiğim ve henüz akşam güneşi gözlerimi kamaştırmadan tutmaktan vazgeçtiğim sözlerden biri olmasa bari.
Kimler geldi kimler geçti biliyor musun sen? Tamam, biraz da o tavrı ezmeyi başarmış olmanın şişirdiği egomun kabına sığmamazlığı var serde.
Farkında mısınız diye sözlerime devam ettim yıllardır birlikte çalışıyor olmamıza rağmen hiç bir şekilde geçmemeye çalıştığım çizginin gerisinde durmaya özen göstererek,. Tamam, biraz da eninde sonunda şehrin çeperlerinden gelen bir dilberden bahsettiğimizi de göz önünde bulundurarak, burada herkes istediği şeyi istediği gibi, aklına geldiği şekilde ve sonunu düşünmeden söylüyor, yapıyor; yetmiyor üstüne bir de ahkamını kesiyor. Bunları da fark ediyor olmalısınız.
Fark ediyordu, fark etmemesine imkan yoktu. Hepimiz teker teker her bir şeyin farkındaydık ama hiç bir şeyin farkında değilmişiz gibi yapma oyununu başarıyla oynuyor, buna uygun davranıyor, kapsamlı bir iki yüzlülük senaryosunun gereklerini kusursuzca yerine getiriyorduk. İçinde yaşadığımız toplumda belki de en iyi yaptığımız şey; -mış gibi yapmak.
Bir süreliğine dikkatle yeri seyretti karşımdaki kadın. Dışarıdan bakılsa kız denirdi aslında. İçinde hep birlikte yaşadığımız cehennemin o da farkında, eminim. Göz göre göre uğradığımız haksızlıklara, dost görünen iş arkadaşlarımızın onlara işimiz düştüğünde nasıl kafalarını kuma gömdüklerini ve anca işleri varken bizimle arkadaş olmayı seçtiklerini. Yalan söylediklerini gözlerini kırpıştırmalarından anlayacak kadar birlikte çok vakit geçirdik sayılır.
Blöfümü görüp elimi arttırmaya karar verdim.
Siz hiç fark etmiyor olabilirsiniz ama, ofislerimizden tuvaletlere kadar, hiç bir yer hiç düzenli bir şekilde temizlenmiyor. Bizim tuvalete yerleşmiş olan örümcek orada doğdu, büyüdü, yavruladı.
Tam bu anda işaret parmağımı ilk boğumuna kadar sokup burnumu karıştırmak ve çıkan alacalı bulacalı kıvamlı ve muhtemelen ekşi şeyi de oturduğumuz kirli, kıymık kıymık olmuş ve rengi içindeki çam sakızını umutsuzca, son bir çarpınmayla dışarı sıçarcasına safra sarısına dönmüş olan piknik masasının altına sürtmek istedim.
Parmaklarımla hissetmek istediğim şey o anda buydu. Ne gri saçlı bir adamın yeni traş olmuş saçları, ne bir kaç saat giyildiği için üstü kırılmaya başlamış yarı parlak ayakkabılarının derisinin içimi gıcıklayan yumuşak hissi ne de üç gün önce ucu açık bir traş bıçağı ile temizlenmiş billurlarının ağzımda bıraktığı buruk ve ekşi tat.
Sorun temizlik mi?
Sorun karşıdan gerçekten böyle mi görünüyor?
Özene bezene demlediğim kahvemden bir yudum alıyorum, gözlerim yağmurda su çekip rengi hayallerini kurduğum bir kahverengiden koyu renkli çirkin bir şeye dönüşen Magnanni'lerimdeyken; kafam da yeni satışa çıkmış ve muhtemelen doğum günüme doğru dolabıma girecek olan Crocket & John'lardayken.
Sorun hepimizin üzerinde konuşması gereken iki yüzlülük ve belki de çok taraflılık.
O arada zil çalıyor ve son derse giriyoruz. Zirvedeki yalnızlık sandığımız şey aslında çukurun dibi, henüz farkında değiliz.
Evet canım, en çok senin başına geliyor felaketler, en çok sen mağdur oluyorsun, en çok senin hakkını yiyorlar, en çok seni eziyorlar.
Üzgünüm, duymak istediklerini söyleyecek o bear ben değilim.
0 Yorumlar