
Artık ilişkiler üzerine kafa yormuyorum. Significant otter'ın hayatımın üzerindeki anlamına, partnerimin beni hayatında nereye koyduğuna, ilişkimin çatırdamaya başladığının işaretlerine, aldatılıp aldatılmadığıma dair işaretler veren kırmızı şamandıralara...
Epeyce bir süredir geçmişte beni etkileyen ve bugünkü bazı saplantılarıma neden olan şeylerin kökenleri üzerine düşünüp duruyor ve bunları çözmek için çaba sarf ediyordum, artık onu da etmiyorum.
Kendini salmak, hayatın akışına kendini bırakmak, zamanın ne getireceğine dair öngörülerde bulunmak yerine güzel bir şovu izlemeyi tercih ediyorum.
Şu instagramda saçma salak şekilde habire karşıma çıkan 40 yaşındasındır, gürültüye, kalabalığa ve yüksek sese tahammülün azalmıştır... diye devam eden sıçık aforizmanın hayat bulmuş şekli gibiyim. İçinde türlü orospuluklar çevirdiğim instagram hesaplarının birini kapatıyor diğerini açıyor; bir de utanmadan o anki hesabımın kaçıncı olduğunu yazıyorum; 499 idi en son.
İtiraf etmem gereken şey ise, artık daha az ayakkabı aldığım.
Belki de kendimi tebrik etmem gereken en önemli şey bu. Bunu bir sorun olarak görünüyorum. Çok yakın bir zamanda, bir sabah vakti, güneş henüz doğmaya başlamış ve gökyüzünü griyle karışık bir pembeye boyamışken neden bu kadar çok ayakkabı alışverişi yaptığımın köklerine sanırım inmeyi başardım ve oradaki hatayı onardım. Ardından dolaptaki 15 kadar kösele, iyi para harcayarak edindiğim ve gözüm gibi baktığım ayakkabıyı uygun bir çantaya doldurarak aynı günün akşamında ayakkabı tamircime götürüp bağışladım. İster sat ister ihtiyaç sahiplerine ver dedim. O benimle biraz şehrin bu yanındaki eskortlarla ilgili muhabbet çevirdi; eskortların bunu gruba çağırdığını fakat onun yanında başka bir erkek varken yapamayacağını anlattı ama olsun, erkek muhabbetini özlemişim, keşke ben yanımda bir erkek varken yaparım deseydim.
Bu davranışımla, en azından geçmişte yaptığım ve düzeltmek konusunda geç kaldığım bir hatayı onarmayı başardığıma inanıyorum.
Fark ettiğim şey, babamdan yediğim o dayağın üzerinden çok fazla zaman geçtiği, yaralarımı artık sardığım ve başta o olmak üzere, ruhumda ve bedenimde yara açan herkesi artık affettiğimi yüksek sesle söylüyorum.
Yüksek sesle söylemek gerçek bir terapi gibi. Yalnızken, yattığınız yerde tavanı izlerken, duvara bakarken, boşaldıktan sonra sikimdeki kan çekilirken ve aletim elimde yine minicik kalırken, denizi seyrederken yada ormanın içinde bir ağaca sarılmışken.. Deneyin, pişman olmayacağınız bir yöntem.
Sonra bütün bu tümevarımları bir kenara bırakıp kahve makineme bir kapsül atıyor, ortaya çıkardığı plastik atığın boyutunu düşünmeden yan tarafı istila etmiş yemyeşil dikenlerin arasında işine yarayacak birşeyler bulup yemeye gayret eden küçük kuzuları seyrediyor ve -belki çirkin bir çıkarım olacak ama, onların en güzel ızgarada böyle güzel görüneceğine dair yalnız bir dedikodu yapıp kendi kendime kıkırdıyorum.
O arada Bay-Mini-Gandolfini'nin dünyanın başka bir yerinden yüklediği bir iki fotoğrafa içim giderek bakıyorum; içim gidiyor ve bir gün diyorum kendi kendime; bir gün... sen de orada olabilirsin.
Hayat benim için böyle akıp geçmeyecek biliyorum, bu kimse için böyle değil, olağan akışa baştan aykırı.
Sadece yolu, yola çıkma halini ve belki de yolda olma halini geciktiriyorum, bunun da farkındayım. Sevmediğim, bir türlü sebeple yanında olmak zorunda olduğum bütün insanlar bir gün geride kalacaklar, bunu da biliyorum. Onlara dair tuttuğum kin de eriyip yok olacak ve kimisini zavallılıklarıyla, kimisini de hayata karşı takındıkları güçlü duruşla hatırlayacağım.
Bir yandan şehrin dört bir yanını portakal çiçeklerinin kokusu sarıyor, kokulara Kordon'da harika bir gün batımı eşlik ediyor. Fakat alınması gereken kararlarda acele etmek gerek galiba, yol kırka doğru gidiyor...
3 Yorumlar
40'tan önce Z raporu mu okuduk sevgili Coach?
YanıtlaSilYok ya, sanmıyorum, buna Z raporu demezdim ben. sadece eskisine göre biraz daha aydınlık, biraz daha karmaşık ve biraz daha geçimsizim. xoxoxoxoxoxoxo
Silgeçimsizlik ve tahammülsüzlük kısmına kesinlikle katılıyorum.
YanıtlaSil